1.07.2018

Aldırmayan Bir Gönül: Sabahattin Ali


Sabahattin Ali’nin Yaşamı ve Kürk Mantolu Madonna

Biyografiler birkaç nedenle fayda sağlar. Birincisi ilgi gösterdiğiniz kişiliğin yaşantısı ve hayata karşı aldığı tavra bakar, ilham alabilirsiniz. İkincisi de o kişiliğin yaşadığı dönem hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Sabahattin Ali’den bu iki durumu göz önünde bulundurarak bahsedeceğim. Yani bir yandan yazarın hayatına, bir yandan da göz ucuyla da olsa genç Cumhuriyetin neler yaptığına bakacağız.

Sabahattin Ali’nin Yaşamı: İlk Adımlar


Cumhuriyet dönemi Türk şairi, yazarı ve öğretmenidir. Babası bir subay olan Selahattin Ali, annesi ev hanımı Hüsniye Hanım’dır. Yazar, 1907 yılında babasının görev icabı gittiği Bulgaristan’da dünyaya gelir. Ailenin ilk çocuğudur. Eğitim hayatına Üsküdar’da başlar, ancak 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Çanakkale’ye gönderilen babası, oğlunu ve eşini de yanına aldırır. Sabahattin Ali burada zorluklar ve savaşın etkileriyle geçen bir çocukluk yaşar. Çanakkale İbtidai Mektebi öğretmenlerinin seferberliğe gitmesi, bu nedenle okulun kapanması savaşın eğitim hayatını da ne denli etkilediğini bize gösterir. Bu zor koşullarda çocukluğunu geçiren küçük Sabahattin, savaştan ayrılan ve yeni bir meslek edinmeye çalışan babasıyla beraber sırasıyla; İzmir ve Edremit’te yaşar. Bu dönemde işportacılık yapan yazar, bir yandan da Edremit İbtidai Mektebi’ni bitirir.

Kararlar: İntihar Teşebbüsü

Edremit’teki mektebi bitirdikten sonra 1 yıl kadar İstanbul’da yaşasa da, döndüğünde Balıkesir Muallim Mektebi’ne kaydolur. Okuma yazmaya olan merak başlar ve bir edebiyatçı adayı olduğu yıllardır bu yıllar. Mektep döneminde bir dergi çıkararak burada şiirlerini de yayımlar. Gizlice bir tiyatro oyununa gittiği okulca öğrenilen yazar, kurumdan atılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Buna olan tepkisini ise intihar denemesi ile gösterir. Daha o yaşlarda, umutsuzluğa sürüklenen pek çok edebiyatçının yaptığına benzer bir hareketle intihara kalkışır, neyse ki başarılı olamaz. 1926 senesinde, hayatı tekrar İstanbul’da şekillenmeye başlar. Eğitim hayatını burada devam ettirir. 1927 yılında okulunu bitirdikten sonra öğretmenlik mesleğine ilk defa adım atmış olur. Fakat mesleğini icra ettiği Yozgat’ın küçük bir yer olması ve şahsi başka birkaç neden gereği buradan oldukça bunalacaktır.

Almanya Serüveni: Dil Bilen Öğretmen Lazım!


Genç Cumhuriyetin en önemli atılımlarının başında şüphesiz ki eğitim gelir. Bu dönem hem öğrencilerin hem sanatkârların yurtdışına gönderildiği ve onların kendilerini geliştirmeleri istenilen bir dönemdir. Bu devrede, yeni diller öğrenilebilsin diye yurt dışına öğretmen gönderilir. Genç edebiyatçı ve öğretmen Sabahattin Ali de bu imkânlardan faydalanarak 1928 yılında Almanya’ya gitmeye hak kazanır. Burada Avrupa edebiyatını bilecek, Rus yazarları okuyacak, öykü ve şiir disiplinlerinde kendini geliştirecektir. Almanca öğrenir ancak Almanlardan pek hoşlanmaz. Dört yıllık okuyacağı dil kursunu ikinci yılında bırakarak ülkesine döner ve yeterlilik belgesi alarak Aydın’da Almanca öğretmenliği yapar.

Memuriyet Yılları, Hapis, Maddi Sıkıntılar

Sabahattin Ali artık resmen atanmış bir öğretmen olarak memuriyet hayatına başlar. Ancak burada komünizm propagandası yaptığı gerekçesi ile suçlanır. Beraat edene kadar 3 ay tutuklu kalan yazar, 1931 yılında Konya Orta Okulu’na atanır. Okuduğu iddia edilen politik bir hicviye onun tekrar başını yakacaktır:

  Ø  22 Aralık 1932, Konya Hapishanesi
  Ø  12 Mayıs 1933, Sinop Hapishanesi

Yazarın Sinop Cezaevi'nde kaldığı yerdir.
14 aylık hapis kararı verilse de Cumhuriyet’in onuncu yılı gereği çıkarılan aftan yararlanarak toplamda 10 ay içeride yatar. 1935 yılı artık dünya evine girecektir. Aliye Hanımla evlenir, Neşriyat dairesine atanır, ek olarak da Almanca öğretmenliği yapar. Artık bu dönemde maddi sıkıntılarından kurtulmuş ve otuzuna direk dayamış bir öğretmen ve yazardır.

Rahata, Lükse, Boheme Düşkün Bir Solcu


Sabahattin Ali, gerek Almanya’da yaşadığı zamanlar, gerekse Türkiye’de maddi olarak rahatladığı zamanlarda gösterişli, lüks, rahat bir hayat sürer. Bu dünyanın eğlencesini tatmaktan geri kalmaz ve tüm bu gerekçelerle de solculukla ters düştüğüne dair eleştirilere maruz kalır. Sol kesim onu bu hususta zorlarken sağ tandanstan olanlarsa sosyalist birinin Türk Dil Kurumu’nda göreve getirilmesine karşıdırlar. Nihal Atsız’ın hadise yaratan yazısı, Sabahattin Ali’ninse ona açtığı hakaret davası bu gerilimin en önemli örnekleri arasında yer alır.

Dergilere Dönüş, Sivri Bir Dil

Öğrencilik yıllarında okul arkadaşlarıyla dergi çıkaran ve o platformda şiirlerini yayımlayan Sabahattin Ali, 1944’lü yıllarda ise Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın yazarlığını yaptığı Markopaşa Dergisi’nde yazılarını yayımlatarak edebiyat dünyasındaki girişimlerine devam eder. Hakkında açılan hakaret davaları, dergi çıkaramaz duruma gelmeleri gibi nedenlerle çareyi yurtdışına çıkmakta bulur. Bu denemesi ise başarısızlıkla sonuçlanır.

Ölümü

Pasaport alamayan yazar, nakliyecilik vesilesiyle yurtdışına çıkmayı amaçlar. Kendisini çıkaracak olan Ali Ertekin’le beraber Kırklareli’ne doğru giderler. Sınırı geçmelerine ramak kala, Ali Ertekin Sabahattin Ali’yi bir odunla öldürerek hayatına son verir. Yazarın cesedi öldürüldükten dört ay sonra bir ihbarla bulunur, ancak tanınamaz haldedir. Takvim 2 Nisan 1948, yerse Kırklareli’dir.

Görünmeyen Suretlerin Romanı: Kürk Mantolu Madonna


Baştan söylemeliyim. Roman özetlerine her zaman önyargılıyımdır. Burada da elimden geldiğince bir özet niteliğinde yazmamaya çalıştım. Bu nedenle romandan, alışageldiğimiz sırada ve her konudan kısaca bahsederek değil, önemli yerlerin vurgusunu yaparak bahsedeceğim. Merak edenler mutlaka okuyacaklardır.

Sabahattin Ali’nin en sevilen romanları arasında sayılan Kürk Mantolu Madonna, 1941’de Hakikat Gazetesi’nde tefrika edilir, 1943 yılındaysa Remzi Kitabevi tarafından tam olarak yayımlanır. Bu roman, bir ailenin, topluluğun, kalabalıkların arasında hikâyesi gizli kalan bir insanın romanıdır. Sureti gizli, öyküsü saklıdır. Macerası ise yaşayanları tarafından bilinir yalnızca. Eserin başkişisi Raif Efendi, aşk yaşadığı kadınsa Maria Puder’dir. Raif Efendi’nin içsel yolculuğu, aşk ile kuşatılarak anlatılır.

Detaylara İnelim…

Eser, Rasim karakterinin iş bulması ile başlasa da bizi ilgilendiren esas kısım Raif Efendi’nin Almanya’da yaşadıklarını anlattığı o defterdir. O defteri bulup okumaya başlayan Rasim üzerinden biz Raif Efendi’nin tutkulu hikâyesini öğreniriz. Peki ne yazar bu defterde? Almanya’ya giden Raif Efendi’nin bir resim sergisine iştirakı, orada bir kadının portresini görmesi, o resimdeki kadına aşık olması ve o kadınla (Maria Puder ile) aşk yaşaması.
Raif Efendi, romanın an zamanında tercümanlık yaparak bir aileye bakmaya çalışan, sessiz ve sakin bir adamdır. Biraz hayalperestlik, biraz hassasiyet onun karakterinin öne çıkan yönleridir. Okuduğu romanlardan esinlenerek hayaller kuran Raif Efendi’nin yolu gençliğinde babasının teşvikiyle Avrupa’ya düşer. Düşlerindeki mekânı Avrupa olan bu adam, elbette bu teklifi hemen kabul eder.
Romanda Raif Efendi’nin hatıratı niteliğindeki bu defterde yer alan birkaç farklı maceraya göz atalım:


  Ø  İşgal kuvvetleri Anadolu’yu işgal eder. Raif Efendi, babasının isteği üzerine Almanya’ya sabun üretimi ile ilgili her şeyi öğrenmeye gider.
  Ø  Sabun fabrikasında çalışmaya başlasa da işe günden güne daha az gitmeye başlar. Bu süre zarfında Almanya’nın çeşitli yerlerini gezer.
  Ø  Katıldığı bir sergide bir kadın portresi görerek ona hayran olur. Daha sonra günlük rutini haline getirerek hemen her gün o portreyi görmeye gider.
  Ø  Resimdeki kadına bu defa gerçek hayatta tesadüf eder.
  Ø  Raif Efendi ile Maria Puder tanışarak arkadaş olurlar.
  Ø  İkisi de birbirinden etkilenir ve aşık olurlar. Ancak Raif’in babasının ölümü, onu memlekete dönmeye ve işlerin başına geçmeye zorlar.
  Ø  Raif Efendi yurduna döner, bir süre mektuplaşsalar da daha sonra Maria’nın sesi kesilir ve Raif Efendi nihayetinde terk edildiği kanısına vararak eski hayatına döner.
  Ø  Yıllar sonra Maria’nın kuzeni ile karşılaşan Raif Efendi, Maria Puder’in öldüğü haberini alır ve yanındaki çocuğun Maria’dan olan kendi kızı olduğunu öğrenir. Ancak hiçbir şey yapmadan gidişini seyreder.

Sabahattin Ali’nin, tutkulu bir maceradan geriye kalan bir adamı anlattığı bu romanında bir bölüm vardır ki, o bölüm yazarın bu yapıtla neyi kast ettiğini anlamamızı sağlar:

Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?


Evet, Kürk Mantolu Madonna bir aşk romanı. Lakin bugün piyasa edebiyatı yapanların ekmeğini yedikleri cinsten bir aşk değil buradaki. Bu romanda gerçek bir şeyler görürsünüz mutlaka. En heyecanlı ve aşık olduğunuz zamanları hatırlar ve o zamanlarda cesarete ne denli ihtiyacınız olduğunu düşünürseniz, Kürk Mantolu Madonna sizi çarpacaktır.
Eserin bir diğer özelliği ise yazarın mükemmel derecesindeki üslubu. Raif Efendi’nin çıktığı içsel yolculuk ona birçok soru sordurur. Bu soruların üslubu ise gerçekten etkileyicidir. Arabesk değildir, sulu zırtlak da değildir. Kelimelere, üsluba bakarsanız tepeden tırnağa bir şıklık olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla bugünün dünyasında popüler edebiyatın içinde yer alan bir yanı olsa da Kürk Mantolu Madonna çok özel bir romandır! Şimdi romandan, romanı ve aşkı özetleyen birkaç alıntı ile bitireceğiz.

‘’Ne yapacağımı bilmeden uzun zaman İstanbul’da dolaştım. Mütareke seneleriydi, şehir benim tahammül edemeyeceğim kadar hayâsız ve karmakarışık olmuştu. Havran’a dönmek için babamdan para istedim. On gün kadar sonra uzun bir mektup aldım. Babam benim işe yarar bir adam olmam için son bir tedbire başvuruyordu.’’

‘’Almanya’ya geleli bir sene olmak üzereydi. Günün birinde, gayet iyi hatırlıyorum, yağmurlu ve karanlık bir teşrinievvel gününde, gazeteleri karıştırırken, yeni ressamların açtığı bir sergi hakkındaki tenkit makalesi gözüme ilişti.’’

‘’Adeta ellerim titreyerek kataloğu karıştırdım. Bu tablo hakkında orada tafsilat bulacağımı umuyordum. Sonlara doğru, sahifenin alt tarafında, tablonun numarasının hizasında şu üç kelimeyi okudum: Maria Puder, Selbstportat.’’


‘’Yerimden fırlayarak boynuna sarılmak ve onu ağlaya ağlaya öpmek için müthiş bir arzu duydum. Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini hatırlamıyordum. Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?’’

‘’Artık Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?..’’

‘’ ‘Benim beklediğim aşk başka!’ dedi. ‘O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkânsız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!’’



"Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı. Çünkü o, benim için bütün insanlığın timsaliydi."

"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'Bu öyle olmayabilirdi!' düşüncesi."

"Ne kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir."

"Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim."

Hiç yorum yok: