Sabahattin Ali’nin Yaşamı ve Kürk
Mantolu Madonna
Biyografiler
birkaç nedenle fayda sağlar. Birincisi ilgi gösterdiğiniz kişiliğin yaşantısı
ve hayata karşı aldığı tavra bakar, ilham alabilirsiniz. İkincisi de o
kişiliğin yaşadığı dönem hakkında bilgi sahibi olabilirsiniz. Sabahattin
Ali’den bu iki durumu göz önünde bulundurarak bahsedeceğim. Yani bir yandan
yazarın hayatına, bir yandan da göz ucuyla da olsa genç Cumhuriyetin neler
yaptığına bakacağız.
Sabahattin Ali’nin Yaşamı: İlk Adımlar
Cumhuriyet
dönemi Türk şairi, yazarı ve öğretmenidir. Babası bir subay olan Selahattin
Ali, annesi ev hanımı Hüsniye Hanım’dır. Yazar, 1907 yılında babasının görev
icabı gittiği Bulgaristan’da dünyaya gelir. Ailenin ilk çocuğudur. Eğitim
hayatına Üsküdar’da başlar, ancak 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle
Çanakkale’ye gönderilen babası, oğlunu ve eşini de yanına aldırır. Sabahattin
Ali burada zorluklar ve savaşın etkileriyle geçen bir çocukluk yaşar. Çanakkale
İbtidai Mektebi öğretmenlerinin seferberliğe gitmesi, bu nedenle okulun
kapanması savaşın eğitim hayatını da ne denli etkilediğini bize gösterir. Bu
zor koşullarda çocukluğunu geçiren küçük Sabahattin, savaştan ayrılan ve yeni
bir meslek edinmeye çalışan babasıyla beraber sırasıyla; İzmir ve Edremit’te
yaşar. Bu dönemde işportacılık yapan yazar, bir yandan da Edremit İbtidai
Mektebi’ni bitirir.
Kararlar: İntihar Teşebbüsü
Edremit’teki
mektebi bitirdikten sonra 1 yıl kadar İstanbul’da yaşasa da, döndüğünde
Balıkesir Muallim Mektebi’ne kaydolur. Okuma yazmaya olan merak başlar ve bir
edebiyatçı adayı olduğu yıllardır bu yıllar. Mektep döneminde bir dergi
çıkararak burada şiirlerini de yayımlar. Gizlice bir tiyatro oyununa gittiği
okulca öğrenilen yazar, kurumdan atılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Buna
olan tepkisini ise intihar denemesi ile gösterir. Daha o yaşlarda, umutsuzluğa
sürüklenen pek çok edebiyatçının yaptığına benzer bir hareketle intihara
kalkışır, neyse ki başarılı olamaz. 1926 senesinde, hayatı tekrar İstanbul’da
şekillenmeye başlar. Eğitim hayatını burada devam ettirir. 1927 yılında okulunu
bitirdikten sonra öğretmenlik mesleğine ilk defa adım atmış olur. Fakat
mesleğini icra ettiği Yozgat’ın küçük bir yer olması ve şahsi başka birkaç
neden gereği buradan oldukça bunalacaktır.
Almanya Serüveni: Dil Bilen Öğretmen
Lazım!
Genç
Cumhuriyetin en önemli atılımlarının başında şüphesiz ki eğitim gelir. Bu dönem
hem öğrencilerin hem sanatkârların yurtdışına gönderildiği ve onların
kendilerini geliştirmeleri istenilen bir dönemdir. Bu devrede, yeni diller
öğrenilebilsin diye yurt dışına öğretmen gönderilir. Genç edebiyatçı ve
öğretmen Sabahattin Ali de bu imkânlardan faydalanarak 1928 yılında Almanya’ya
gitmeye hak kazanır. Burada Avrupa edebiyatını bilecek, Rus yazarları okuyacak,
öykü ve şiir disiplinlerinde kendini geliştirecektir. Almanca öğrenir ancak
Almanlardan pek hoşlanmaz. Dört yıllık okuyacağı dil kursunu ikinci yılında
bırakarak ülkesine döner ve yeterlilik belgesi alarak Aydın’da Almanca
öğretmenliği yapar.
Memuriyet Yılları, Hapis, Maddi Sıkıntılar
Sabahattin
Ali artık resmen atanmış bir öğretmen olarak memuriyet hayatına başlar. Ancak
burada komünizm propagandası yaptığı gerekçesi ile suçlanır. Beraat edene kadar
3 ay tutuklu kalan yazar, 1931 yılında Konya Orta Okulu’na atanır. Okuduğu iddia
edilen politik bir hicviye onun tekrar başını yakacaktır:
Ø 22 Aralık 1932, Konya Hapishanesi
Ø 12 Mayıs 1933, Sinop Hapishanesi
Yazarın Sinop Cezaevi'nde kaldığı yerdir. |
14
aylık hapis kararı verilse de Cumhuriyet’in onuncu yılı gereği çıkarılan aftan
yararlanarak toplamda 10 ay içeride yatar. 1935 yılı artık dünya evine
girecektir. Aliye Hanımla evlenir, Neşriyat dairesine atanır, ek olarak da
Almanca öğretmenliği yapar. Artık bu dönemde maddi sıkıntılarından kurtulmuş ve
otuzuna direk dayamış bir öğretmen ve yazardır.
Rahata, Lükse, Boheme Düşkün Bir
Solcu
Sabahattin
Ali, gerek Almanya’da yaşadığı zamanlar, gerekse Türkiye’de maddi olarak
rahatladığı zamanlarda gösterişli, lüks, rahat bir hayat sürer. Bu dünyanın eğlencesini
tatmaktan geri kalmaz ve tüm bu gerekçelerle de solculukla ters düştüğüne dair
eleştirilere maruz kalır. Sol kesim onu bu hususta zorlarken sağ tandanstan
olanlarsa sosyalist birinin Türk Dil Kurumu’nda göreve getirilmesine karşıdırlar.
Nihal Atsız’ın hadise yaratan yazısı, Sabahattin Ali’ninse ona açtığı hakaret
davası bu gerilimin en önemli örnekleri arasında yer alır.
Dergilere Dönüş, Sivri Bir Dil
Öğrencilik
yıllarında okul arkadaşlarıyla dergi çıkaran ve o platformda şiirlerini
yayımlayan Sabahattin Ali, 1944’lü yıllarda ise Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz’ın
yazarlığını yaptığı Markopaşa Dergisi’nde yazılarını yayımlatarak edebiyat
dünyasındaki girişimlerine devam eder. Hakkında açılan hakaret davaları, dergi
çıkaramaz duruma gelmeleri gibi nedenlerle çareyi yurtdışına çıkmakta bulur. Bu
denemesi ise başarısızlıkla sonuçlanır.
Ölümü
Pasaport
alamayan yazar, nakliyecilik vesilesiyle yurtdışına çıkmayı amaçlar. Kendisini
çıkaracak olan Ali Ertekin’le beraber Kırklareli’ne doğru giderler. Sınırı
geçmelerine ramak kala, Ali Ertekin Sabahattin Ali’yi bir odunla öldürerek hayatına
son verir. Yazarın cesedi öldürüldükten dört ay sonra bir ihbarla bulunur,
ancak tanınamaz haldedir. Takvim 2 Nisan 1948, yerse Kırklareli’dir.
Görünmeyen Suretlerin Romanı: Kürk
Mantolu Madonna
Baştan
söylemeliyim. Roman özetlerine her zaman önyargılıyımdır. Burada da elimden
geldiğince bir özet niteliğinde yazmamaya çalıştım. Bu nedenle romandan,
alışageldiğimiz sırada ve her konudan kısaca bahsederek değil, önemli yerlerin
vurgusunu yaparak bahsedeceğim. Merak edenler mutlaka okuyacaklardır.
Sabahattin
Ali’nin en sevilen romanları arasında sayılan Kürk Mantolu Madonna, 1941’de
Hakikat Gazetesi’nde tefrika edilir, 1943 yılındaysa Remzi Kitabevi tarafından
tam olarak yayımlanır. Bu roman, bir ailenin, topluluğun, kalabalıkların
arasında hikâyesi gizli kalan bir insanın romanıdır. Sureti gizli, öyküsü
saklıdır. Macerası ise yaşayanları tarafından bilinir yalnızca. Eserin
başkişisi Raif Efendi, aşk yaşadığı kadınsa Maria Puder’dir. Raif Efendi’nin
içsel yolculuğu, aşk ile kuşatılarak anlatılır.
Detaylara İnelim…
Eser,
Rasim karakterinin iş bulması ile başlasa da bizi ilgilendiren esas kısım Raif
Efendi’nin Almanya’da yaşadıklarını anlattığı o defterdir. O defteri bulup
okumaya başlayan Rasim üzerinden biz Raif Efendi’nin tutkulu hikâyesini
öğreniriz. Peki ne yazar bu defterde? Almanya’ya giden Raif Efendi’nin bir
resim sergisine iştirakı, orada bir kadının portresini görmesi, o resimdeki
kadına aşık olması ve o kadınla (Maria Puder ile) aşk yaşaması.
Raif
Efendi, romanın an zamanında tercümanlık yaparak bir aileye bakmaya çalışan,
sessiz ve sakin bir adamdır. Biraz hayalperestlik, biraz hassasiyet onun
karakterinin öne çıkan yönleridir. Okuduğu romanlardan esinlenerek hayaller
kuran Raif Efendi’nin yolu gençliğinde babasının teşvikiyle Avrupa’ya düşer.
Düşlerindeki mekânı Avrupa olan bu adam, elbette bu teklifi hemen kabul eder.
Romanda
Raif Efendi’nin hatıratı niteliğindeki bu defterde yer alan birkaç farklı
maceraya göz atalım:
Ø İşgal kuvvetleri Anadolu’yu işgal eder. Raif Efendi,
babasının isteği üzerine Almanya’ya sabun üretimi ile ilgili her şeyi öğrenmeye
gider.
Ø Sabun fabrikasında çalışmaya başlasa da işe günden güne
daha az gitmeye başlar. Bu süre zarfında Almanya’nın çeşitli yerlerini gezer.
Ø Katıldığı bir sergide bir kadın portresi görerek ona
hayran olur. Daha sonra günlük rutini haline getirerek hemen her gün o portreyi
görmeye gider.
Ø Resimdeki kadına bu defa gerçek hayatta tesadüf eder.
Ø Raif Efendi ile Maria Puder tanışarak arkadaş olurlar.
Ø İkisi de birbirinden etkilenir ve aşık olurlar. Ancak
Raif’in babasının ölümü, onu memlekete dönmeye ve işlerin başına geçmeye
zorlar.
Ø Raif Efendi yurduna döner, bir süre mektuplaşsalar da
daha sonra Maria’nın sesi kesilir ve Raif Efendi nihayetinde terk edildiği
kanısına vararak eski hayatına döner.
Ø Yıllar sonra Maria’nın kuzeni ile karşılaşan Raif Efendi,
Maria Puder’in öldüğü haberini alır ve yanındaki çocuğun Maria’dan olan kendi
kızı olduğunu öğrenir. Ancak hiçbir şey yapmadan gidişini seyreder.
Sabahattin
Ali’nin, tutkulu bir maceradan geriye kalan bir adamı anlattığı bu romanında bir bölüm vardır ki, o bölüm yazarın bu yapıtla neyi kast ettiğini anlamamızı
sağlar:
Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en
ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir
ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri
mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri
zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz
söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı
verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?
Evet,
Kürk Mantolu Madonna bir aşk romanı. Lakin bugün piyasa edebiyatı yapanların
ekmeğini yedikleri cinsten bir aşk değil buradaki. Bu romanda gerçek bir şeyler
görürsünüz mutlaka. En heyecanlı ve aşık olduğunuz zamanları hatırlar ve o
zamanlarda cesarete ne denli ihtiyacınız olduğunu düşünürseniz, Kürk Mantolu
Madonna sizi çarpacaktır.
Eserin
bir diğer özelliği ise yazarın mükemmel derecesindeki üslubu. Raif Efendi’nin
çıktığı içsel yolculuk ona birçok soru sordurur. Bu soruların üslubu ise
gerçekten etkileyicidir. Arabesk değildir, sulu zırtlak da değildir.
Kelimelere, üsluba bakarsanız tepeden tırnağa bir şıklık olduğunu göreceksiniz.
Dolayısıyla bugünün dünyasında popüler edebiyatın içinde yer alan bir yanı olsa
da Kürk Mantolu Madonna çok özel bir romandır! Şimdi
romandan, romanı ve aşkı özetleyen birkaç alıntı ile bitireceğiz.
‘’Ne
yapacağımı bilmeden uzun zaman İstanbul’da dolaştım. Mütareke seneleriydi,
şehir benim tahammül edemeyeceğim kadar hayâsız ve karmakarışık olmuştu.
Havran’a dönmek için babamdan para istedim. On gün kadar sonra uzun bir mektup
aldım. Babam benim işe yarar bir adam olmam için son bir tedbire başvuruyordu.’’
‘’Almanya’ya
geleli bir sene olmak üzereydi. Günün birinde, gayet iyi hatırlıyorum, yağmurlu
ve karanlık bir teşrinievvel gününde, gazeteleri karıştırırken, yeni
ressamların açtığı bir sergi hakkındaki tenkit makalesi gözüme ilişti.’’
‘’Adeta
ellerim titreyerek kataloğu karıştırdım. Bu tablo hakkında orada tafsilat
bulacağımı umuyordum. Sonlara doğru, sahifenin alt tarafında, tablonun
numarasının hizasında şu üç kelimeyi okudum: Maria Puder, Selbstportat.’’
‘’Yerimden
fırlayarak boynuna sarılmak ve onu ağlaya ağlaya öpmek için müthiş bir arzu
duydum. Hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini
hatırlamıyordum. Bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan,
bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu?’’
‘’Artık
Maria Puder, yaşamak için kendisine kayıtsız ve şartsız muhtaç olduğum bir
insandı. Bu his ilk anlarda bana da garip geliyordu. Bu yaşıma kadar
mevcudiyetinden bile haberim olmayan bir insanın vücudu birdenbire benim için
nasıl bir ihtiyaç olabilirdi? Fakat bu hep böyle değil midir? Birçok şeylere
ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?..’’
‘’
‘Benim beklediğim aşk başka!’ dedi. ‘O, bütün mantıkların dışında, tarifi
imkânsız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek,
bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka… Aşk bence bu
istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek!’’
"Hayatta
en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara
dağılmıştı. Çünkü o, benim için bütün insanlığın timsaliydi."
"Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her
türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor.
Yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın
içini sızlatıyor. Bunun sebebi herhalde, 'Bu öyle olmayabilirdi!'
düşüncesi."
"Ne
kadar çok insanı seversek, asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve
kuvvetli severiz. Aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir."
"Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının
erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz
kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz
teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim
reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan
ettim, bunu asla kabul edemedim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder