6.07.2018

Savaşların İçinden Gelen Bir Ses: Ernest Hemingway


Her şey kitaplar değil. Hatta kabul edelim bazen çok sıkıcı oluyor kitap okumak. Fakat ayaklarınızı yerden kesip sizi göğe doğru yükselten bir kitaba denk geldiyseniz bu, okun hedefini bulması anlamına geliyor. İyi bir kitap bir yolculuktur. İyi mi kötü mü bilemem ama mutlaka bir yolculuktur. Eh, yeryüzünde birden fazla yolculuk türü var. Biraz ondan biraz bundan nemalanmak lazım! Konu iyi bir kitap yolcuğuna geldiğinde ise hemen herkesi kuşatacak eserlerin arasında Ernest Hemingway’in İhtiyar Balıkçı adlı yapıtı gelir. Çevirilerdeki farklılık bu eserde daha kitabın adında başlar: Benim elimde Varlık Yayınları’ndan çıkmış 1959 baskılı İhtiyar Balıkçı var, ancak eseri Yaşlı Adam ve Deniz, İhtiyar Balıkçı ve Deniz adlarıyla da bulabilirsiniz. Yazarın hayatına doğum, ölüm, savaş yıllarında ne yaptığı şeklinde genel bir görünüm olarak bakıp söz konusu esere yoğunlaşacağız.

Kısa Öykü Ustası: Ernest Hemingway


Hemingway gazeteci, romancı kimliği ile de tanınmakla beraber en çok öykücülüğü ile bilinir. Amerikan modernist yazarı ve kısa öykünün temelini atanların başında gelen yazar 21 Temmuz 1899 tarihinde Amerika’da dünyaya gelir. Diğer beş kardeşiyle beraber burada büyür. Doktor bir babanın ve opera şarkıcısı bir annenin oğludur. Annesi tarafından müzik eğitimi alarak yetiştirilir ve okul hayatı 1917’ye değin sürer. Gazeteciliği ilk defa lise yıllarındaki okul gazetesinde icra eder ve daha bu zamanlarda gazetecilik mesleğini yapmaya karar verir. Bunun üzerine üniversite eğitimi yerine gazete muhabiri olarak çalışmaya başlar. 1. Dünya Savaşı’nda ambulans şoförü olarak görev yapar. 1920 yılında evlenerek Paris’te ikamet etmeye başlar. Burada yazın dünyasının çeşitli isimleriyle tanışır. Gazetecilik ekolünden gelmesi, onun eser yazarken de gazeteci disiplinine sahip olmasını sağlar. 1924 senesinde gazetecilikten istifa ederek edebiyat dünyasının işçisi olmaya karar verir. Yazar çeşitli buhranlar ve sağlık problemlerinin de etkisiyle 1961’de kendi tüfeğiyle intihar eder.

1. Dünya Savaşı ve Ernest Hemingway


Hepimizin az çok bildiği üzere sanatçı dediğimiz kişi duyduğu, gördüğü, yaşadığı olayları kendi muhayyele gücünü kullanarak bir esere dönüştürebilen kişidir. Bununla da sınırlı kalmaz. Sanatçının diğer insanlardan farkı, herkesin malumu olan bir şeyi ilk defa ya da yeni bir tarzla dile getirmesinde yatar. Burada hareketle, Hemingway’in eserlerinin ana temasını en çok şekillendiren hadise 1. Dünya Savaşı’dır. Savaş patlak verdiğinde yazar henüz lise yıllarındadır. Amerika’nın da savaşa katılması, genç Hemingway’in gönüllü olarak orduya girmek istemesine yol açar. Sol gözündeki bozukluk ise buna engeldir. Bunun üzerine soluğu İtalya’da alan yazar, burada savaşın yol açtığı ölüm, hastalık, yıkım gibi olaylardan derin bir şekilde etkilenir ve onun için ölüm artık hayatın tek gerçeği ve eserlerinin ana teması haline gelir. 1918’de henüz 18 yaşında toy bir delikanlıyken savaşa ambulans şoförü olarak katılır ve bu görevi esnasında gördüğü yüzlerce ölü, patlama ve yaralı onu şoke eder. Duygu durumu ve eserleri gördüğü bu yıkım üzerine şekillenir. Silahlara Veda eseri onun bu şekillenmesinin neticesinde ortaya çıkan bir eserdir.

İspanya İç Savaşı

Yazarın tanıklık ettiği savaş, acı, yıkım, ölüm gibi olayların onun hayatındaki etkileri oldukça fazladır. Hemingway, İspanya İç Savaşı’nda da bulunur. Gazeteci olarak görev yaptığı bu harpte de dünya savaşını aratmayacak ölçüde hadiseler görür. Bu savaş sonrasında yazdığı Çanlar Kimin İçin Çalıyor adlı eserinin esin kaynağı da yaşanan iç savaştır.

2. Dünya Savaşı
Yazar bu savaş zamanı hayatını Küba’da sürdürür. Bu dönemde hava saldırıları üzerine inceleme ve keşifler yapar. Bu savaşın etkileriyle Cennetin Bahçesi adlı eserini yazar.

İhtiyar Balıkçı


Yazarına Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandıran ve 1952’de yayımlanan İhtiyar Balıkçı uzun bir öykü niteliğindedir. Elimdeki Varlık Yayınları 1959 baskılı kitabın arka kapağında şöyle yazıyor:

Bugün Amerika’nın en geniş şöhretli yazarı olan Ernest Hemingway’in son eseri ‘’İhtiyar Balıkçı’’ çıkar çıkmaz derhal şimdiye kadar yazdıklarının en kudretlisi diye selâmlanmıştır. İhtiyar bir balıkçının tek başına Okyanusta geçen iki gününün hikâyesini yazmak ancak deha sayesinde başarıya ulaştırılabilecek çetin bir işti. İşte Hemingway bu çetin işin yalnız üstesinden gelmekle kalmamış, bunu yaparken bize bir şaheser de kazandırmıştır.

Yaşlı adamımız Santiago, teknesiyle seksen dört gündür balık avına çıkmasına karşın eli boş dönmektedir. Seksen beşinci gün çıktığı balık avında ise işler değişecektir. Bu defa oltasına bir kılıçbalığının takılmasıyla Santiago’nun yüzü gülmeye başlar ve av ile avcının uzun süren mücadelesi öykümüzün konusunu kapsar. Yanında yardımcısı diyebileceğimiz bir de çocuk vardır. Yaşlı adamın neredeyse üç ay boyunca eli boş dönmesi, buna rağmen mücadeleden vazgeçmemesi sadece basit bir kurgu değildir. Hemingway, öyküsünü Küba’da yazmıştır ve Küba halkının yerli inanışlarından, gelenek ve anlayışlarından izleri de biz öyküde görmekteyiz. Şöyle ki; bahsettiğimiz bölgede balık avlamak yalnızca bir geçim kaynağı ya da karın doyurma anlamına gelmez. Balık pazarına götürüp avladıklarınızı sattığınız zaman bu sizin için bir prestij kaynağıdır. Bu sayede makul bir ihtişama, saygıya kavuşursunuz. 

İhtiyar balıkçı, sonunda balığı avlayıp tabiata karşı mücadelesini kazansa da öykü buradan itibaren şekil değiştiriyor. Artık balığı avlama merhalesi geçilmiştir, bu defa sırada okyanusun içinde gezen köpekbalıklarına karşı balığını koruma mücadelesi vardır. Kıyıya dönene değin köpekbalıkları tarafından çoğu bölgesi yenmiş kılıçbalığının bir mahiyeti kalmaz. Ancak yaşlı adam, yine de huzura kavuşur, çünkü savaşı kazanmıştır. Eserin en can alıcı diyebileceğimiz kısımları ise yaşlı adamın avı ile geçen mücadelesi esnasında yaşadıklarıdır. İçinizde biraz buruk biraz nostaljik hüzünler oluşturabilecek olan bu eseri seveceğinize eminim. Şimdi öyküden alıntılarla noktalıyorum.


‘’İhtiyar balıkçı zayıf, kavruk, kederli yüzlü, boynunun arkasında ensesi kırış kırış bir adamdı. Yanakları, güneşin tropik denizlerinde meydana getirdiği akislerin esmer kanser lekeleriyle kaplıydı.’’

‘’Eşyaları sandaldan aldılar. İhtiyar balıkçı serenle yelken direğini omuzlamış, çocuk, olta yumakları, kahverengi iplikli ağlar, zıpkınla dolu tahta sandığı yüklenmişti. Yemlerin bulunduğu kutuyu, büyük balık yakalandığı zaman içeri alınmasında kullanılan sopa ile birlikte başaltına sokmuşlardı. Kimse ihtiyar balıkçının mallarını çalmağa kalmazdı ama yelken, ağ, olta gibi şeyleri çiğden zarar gördükleri için bir çatı altına almak daha iyi olurdu.’’

‘’Uzun yıllar kaplumbağa avcılığında çalıştığı halde bu hayvanlar hakkında öyle batıl itikatları yoktu. Onların hepsine, hattâ bir ton çeken kamyon gibi olanlarına bile acırdı. Kaplumbağaların kalbi kesilip parçalanışından bir sonra bile atmağa devam ettiğinden bazıları, hattâ çokları ona acımaz. Fakat ihtiyar balıkçı benim kalbim de öyle, ellerim ayaklarım da onlarınkine benzer, diye düşündü.’’
‘’Denize bakarak şu andaki yalnızlığını bir defa daha hissetti. Görünürlerde karanlık sularda akseden prizmalardan, Okyanusa gömülen oltanın eğrisinden ve hafif çırpınışlarından başka bir şey yoktu.’’

‘’Tam bu sırada iki eliyle asıldığı ipte ânî bir zorlama hissetti. Keskin, sert, ağır bir çekişti bu. İpi burnuyla zorluyor olmalı, diye düşündü. Bunun böyle olacağı belliydi. Başka çaresi yoktu zaten. Canını yakıp sıçramasına sebep olur bu, ama ben yine dönmesini tercih ederim. Zıpladıkça iğnenin takıldığı yer biraz da büyüyüp yırtılacak. O zaman iğnenin kurtulması ihtimali de var.’’

‘’İhtiyarlar niye öyle şafakla uyanırlar bilmem. Günü azıcık daha uzun yaşayabilmek için mi acep?’’

‘’Zaten her şey şu veya bu şekilde başka bir şeyi öldürmekle meşguldür. Meselâ balıkçılık da beni geçindirdiği gibi, bir yandan da öldürüyor. Çocuk da beni yaşatmağa çalışır. Artık kendimizi aldatmağa başladık bakıyorum da.’’

‘’Rüzgâr da bizden ne olsa, diye düşündü. Sonra, bazan öyledir, diye ilâve etti. Ve büyük denizlerde bizim hem dostumuz, hem düşmanımızdır. Ya yatak diye aklından geçirdi. Yatak en yakın arkadaşımdır benim. Ah bir yatak olsa şimdi, diye düşündü. Yataktan iyi şey var mıdır be.’’


Eserden hareketle çekilen filmden bir kare.

Hiç yorum yok: