19.02.2017

Muhtaç Olduğumuz Kudret İnsandır

   Ölüm korkusu, küçük hayatlarımızın içindeki büyük ama niteliksiz –bir arabaya sahip olmak gibi- hayallerimiz, bir bireye, mahalleye, topluma muktedir olma çabaları… Hepsi bizi yalnızca daha kötü bir şeye doğru götürüyor: Sürekli bir mutsuzluk, sürekli bir çıkarcılık, sürekli bir bencillik. Temellerini bu korku ve amaçlar üzerine kurmuş milyonlarca gövde ve ilk başta da politikacılar. Eskiye, somut olarak yaşamadığım devirlere özlem duymam yanıltıcı olabilir. Ama ben aslında bir devre değil, bir mekâna özlem duyuyorum. O mekânın sembolleri de en çok yirminci yüzyılda ortaya çıkıyor.
    Konumuza dönelim: Tanrı, ölüm, kariyer korkusuyla beraber, insanın insana sırtını dönmesi. Daha güzel bir anın tanıkları olacağımız yerde, yüreğimizden gelen sesi dinleyeceğimiz yerde, suçlanacağız korkusuyla yarattığımız kişilikler. Ve bu korkuyla, bizden farklı olanın unutulduğu bir yer dünya.
Tabiatın estetize edilmeye gereği yok. Duygusal fon müziklerle desteklenen tabiat görüntüleri beni hiç etkilemiyor. Çünkü benim doğadan anladığım şeyin fon müziklerle desteklenmeye ihtiyacı yok. Kendi iç müziği, bana yeterince fikir veriyor. Gelgelelim, bütün bu evrenin en bildiğimiz hikâyecisi olan insan, bütün bu kavramları, gelenekleri, savaşları, barışları, ölümleri ve hayatları ortaya atan insan olmazsa, bu geleneklerin, kültürün, sanatın, bilimin bir anlamı olur muydu? Daha da ötesi; tüm bu kavramlar, değişim ve dönüşümler gerçekleşir miydi?
    Düşünsenize bir; insanın, savaşmak için dahi bir insana ihtiyacı var. Barışmak için, seyahat etmek için, yemek yemek, sevmek, öfkelenmek için bile aynı iskelete sahip olan bir diğer canlıya ihtiyacı var. Tarihini, kültürünü yaşamak, bir başka kültüre geçmek, para kazanmak, sanat ve bilim yapmak için dahi bir başka gövdeye muhtaçtır insan. Savaşmak için bile birbirine muhtaç olacak kadar birbiri ile iç içe olan bu canlı, öyleyse neden savaşır?
    Bir sinema televizyon öğrencisi, popülist filmlerden bıkmış, kendi sanatını icra etmek istiyorsa, ihtiyaç duyacağı ilk şey nedir? Bilgiden, teknik ekipmandan bile önce?
Çocukları için evde yemek yapan bir ebeveynin, çorbanın tarifinden ve çorba alacak paradan ve bir evde yaşayabileceği bir ekonomiden bile önce ihtiyacı olduğu şey endir?
Dini bütün bir insan, kendi din ve kültürü hakkında birileriyle hasbahal etmek, söyleşmek isterse her şeyden önce ona lazım olan nedir? İbadethaneye gitmek, dininin kutsal kitabını okumak için okuma yazmadan da önce neye ihtiyaç duyar?
İnsan, insan vee insan…
Haritalara bakar, gidecek yer ararız kendimize
Çadır alır kamp kuracak yer ararız
Erik ağacına çıkıp erik toplarız bir yaz gününde
Bayram sabahı namaza gider ve dindaşlarımızla selamlaşırız…
İnsan bunu bir başına yapabilir miydi?
İnsan, insan olmasa haritadan bahsedebilir miydi?
    Bence eğer bir tanrı varsa, o da insandır. İnsanın özü, mayası, hamurudur. O olmadan ne gelenekler yaşanabilir, ne tabiatın farkına varabilir, ne de bir mevsimin kendine has güzelliklerini tadabiliriz. Birbirinden düşman edilmiş –düşman olan değil- iki kişinin dahi birbirlerine dolaylı yoldan mutlaka ama mutlaka katkısı vardır. Realizm, romantizm, natüralizm… Dadaizm, sosyalizm, empresyonizm… İzm, izm, izm… İnsan bu salonu –dünyayı- doldurmamış olsa tüm bunların bir anlamı, hatta tüm bunlar olur muydu?
    Öyleyse –mutlaka insanın da sıçmak, hormonlar gibi bu yazının duygusallığına pek de paralel olmayan huyları vardır ama- tüm bu kavramları tek başımıza yaşayamıyorsak, bir sineğin bizi ısırdığını bilmek için dahi bir başka insanın bunu keşfetmesine ihtiyacımız olduğunu göz önünde bulundurursak, ben ‘’ne o, ne bu, ne de şu’’ diyorum. Ben ‘’insan’’ diyorum. Terliğinden fularına, eşarbından şalvarına, sigarasından zikrine kadar insan.

    Ölüm korkusu, kariyer hedefleri, politikanın kendi leyine kullandığı şeyler… Tüm bunlardan daha çok kaygı duymamız gereken bir şey var: İnsanın insanın ‘’insan’’ olduğunu unutması. ‘’Merhaba’’dan ‘’Selamû Aleyküm’’e, ‘’Good Morning’’den ‘’Bonjour’’a kadar… Tüm bunları uzaylılar yaratmadı. Tüm bunları biz yarattık. Öyleyse yaşlı bir dervişin de dediği gibi; Ölenlere üzülme evlat. Yaşayanlara üzül. En çok da sevgisiz yaşayanlara…

Ve derler ki; Kavramlar ve hedefler bizi ayırır. Yollar ise birleştirir.