24.11.2018

Orhan Pamuk ve Yeni Hayat Romanı Üzerine Bir İnceleme Girişimi



Edebiyatımızda, özellikle 20. yüzyılın ortaya çıkardığı eserler arasında ‘’köy romanı’’ oldukça yaygın bir alana sahiptir. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ve Kemal Tahir’in hemen akla gelebildiği köy romanı, yazarlarının da köyde doğup büyüdüğü ve daha sonra ise çoğu kez İstanbul’a geldiği bir tür. Bu kurmacaların içeriğine bakarsak; sıklıkla toprak ağası ile köylüyü, yani ezen ile ezileni görebilmek mümkün. Bu bakımdan köy romanlarımız genellikle bir meseleyi, aksaklığı, toplumsal hadiseleri ele alır. Bu türün yazarlarının birçoğu eğitimlerinin yanı sıra yaşayarak öğrenirler. Yani hayatın bizzat içinden gelip yetişerek romancı olurlar. 

Buna karşın Türk edebiyatında şehrin, şehirlinin yaşantılarını aktaran romanlar daha yeni ürünlerdir. Onların, alanına en yetkin ürünlerini veren isimlerden biri ise Orhan Pamuk. Yazar da saydığımız diğer romancıların hayatın içinden, tecrübe ede ede geldiklerini ifade eder. Beri yandan bu duruma karşı kendini ‘’kitabî yazar’’ olarak nitelendirir. Bu ne anlama geliyor? Orhan Pamuk’un bir romanı yazmak için yıllarını verdiği ve romanını oluşturan unsurları (zaman, mekân, insan) bizzat gidip gözlemleyerek eserini yazdığı anlamına geliyor. Meşhur ‘’Kar’’ romanından örneklemek gerekirse; olaylarının bir bölümünün Kars’ta geçmesi nedeniyle Pamuk Kars’a gider ve bir süre orada kalır. Yazar hemen tüm romanlarını da çok uzun yıllar araştırma yaparak, gezip görerek yazar. Bu durum onu ''kitabî yazar'' kılar.

Erken Yıllar


Kısa ve okuyucuyu ezbere götürmeyen bir özgeçmiş sunmaktan yanayım. 7 Haziran 1952’de doğan Pamuk Nişantaşılıdır. Ömrünün de ilk elli senesini burada yer alan Pamuk Apartmanlarının evinde geçirir. Büyüdüğü muhit insan ve kültürler bakımından zengindir. Hiç şüphesiz bu karışımdan çok şey alır. Yazarlıktan önce kendine meslekî kariyer olarak ressamlığı beller. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 3 yıl mimarlık okuyup yarım bırakır. Ardından 1977’de İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümünde öğrenim görür. Anne Girit Valiliği yapan İbrahim Paşa’nın torunudur. Baba, dede ve amcaysa mühendistir. Pamuk yirmili yaşlarının başında bir yazar ve romancı olmayı kafasına koyduğu andan itibaren durmaksızın yazar.

İlk Roman: Karanlık ve Işık


Orhan Pamuk’un ödüllerle arasının iyi olduğunu hepimiz az çok biliriz. Bu özelliğini en baştan belli de eder. Sözgelimi 1974 çıkışlı ilk romanı Karanlık ve Işık, Mehmet Eroğlu’nun eseri ile beraber Milliyet Roman Yarışması Birinciliğini paylaşır. Aslında biz bu romanı başka bir adla daha iyi biliriz: Cevdet Bey ve Oğulları. Ancak 1982’de ‘’Cevdet Bey ve Oğulları’’ adıyla yayımlanabilen roman Orhan Kemal Roman Ödülüne layık görülür. Romanda kendi yaşantısından izleri yakinen görebiliyorsunuz: Pamuk burada Nişantaşılı bir ailenin yetmiş yıllık yaşam öyküsünü anlatır. Yazarın en övülen yanlarından birini henüz daha bu romanında da görebiliyoruz: Doğu ile Batı dünyasının izlerini bir arada ve İstanbul’u kendisine sahne yaparak aktarmak. Eserdeki kahramanlardan Cevdet Bey, şehrin ilk Müslüman tüccarlarından biri olarak hem zenginleşmek ister hem modern, Batılı bir aile kurmayı.

Orhan Pamuk’un Romanlarında Mekân


Mekân unsuru şüphesiz ki bir romanda bize bir ruhu anlatmak, kurmacaya hizmet etmek açısından oldukça önemlidir. Yakup Kadri Karaosman’ın ‘’Kiralık Konak’’ında yer alan ‘’konak’’ bir ailenin paylaştığı bir hane olmasının çok ötesindedir. Öyle ki bu konak artık eskimeye yüz tutan Osmanlı kültür ve dünyasının bir parçasıdır. Mekânın bu işlevini Pamuk’ta da çok iyi bir biçimde görürüz. O, yetiştiği çevreyi, muhiti, İstanbul’u (semt, mahalle, ev, otel, sokak, eğitim kurumları, sinema, çarşı, pazar, lokantalar, cami, kahvehane) çoğu romanında alabildiğine işler. Mekânların birbirlerine yakın bölgeler oldukları da görülür, ancak her seferinde farklı insan hayatlarına büyüteç ile bakmayı başarır. İslam, laiklik, Doğu – Batı, ego gibi kavramlar İstanbul sahnesinin altında okuyucuya aktarılır.

Yeni Hayat


Yazarın yetiştiği burjuva çevrelerin görüldüğü romanlarından biridir. Mekânımız İstanbul, hatta modern İstanbul’dur. 1994 çıkışlı Yeni Hayat bir arayışın, bu arayış uğruna çıkılan yolların romanıdır. Eseri meşhur eden özelliklerinden biri de şüphesiz ki ilk cümlesidir: ‘’Bir gün bir roman okudum ve bütün hayatım değişti.’’ Gerek başlangıç cümlesi, gerekse diğer teknik detaylar (onlara gireceğiz) eserin postmodern romanın izlerini taşıdığını gösterir.

Romanda başlıca şunları görürüz: İstanbul’un arka semtlerinden birinde yaşayan, 22 yaşında bir mühendislik öğrencisi olan Osman okuduğu bir kitabın etkisiyle ve çağrısıyla arayışa çıkar. Kitabı okumayaysa âşık olduğu ve Nişantaşı’nda oturan Canan vesile olur. Kitabın sayfalarını açtığı anda yüzüne adeta bir ışığın çarptığı hisseden Osman, kitabı bitirir bitirmez Canan’a olanlardan bahseder. Canan ise Osman’ı, kitabı daha önce bitirmiş ve tıpkı onun gibi bir arayışa çıkmış ama o arayışın sonucunda ancak ölümün olduğuna inanmış Mehmet ile tanıştırır. Kısa süre sonra vurularak ölen Mehmet’in ardından Canan da ortadan yok olur. Arayışı ile baş başa kalan Osman’sa yeni hayatını, hatta aslında Canan’ı aramaya koyulur. Seyahatlerinin birinde Canan’a rastlamasıyla arayışı birlikte sürdürürler ve önü alınamaz serüvenler başlar.

Kitap mekân olarak İstanbul’la başlasa dahi Osman ve Canan’ın Anadolu seyahatleri ile şehir dışlarına gidilir. Öyle ki, Anadolu kitabın vaat ettiği yeni hayatın adresidir. Zira bu yeni hayat Osman için İstanbul’da yoktur. Anadolu seyahatlerinde romanın bize gösterdiği bir diğer husussa Doğu – Batı gerilimleridir. Osman’ın yaptığı bu yolculuklar sırasında taşra bölgelerini tasvir ettiğini görürüz. Modernite, kapitalist ekonomi sistemi, Batılılaşma durumları Türkiye’nin taşrasında ne durumda onlara bakarız. Pamuk bu yaklaşımı eleştiri ya da övgüden uzak, tanı ve teşhis koyan birinin soğukkanlılığıyla gözler önüne serer.

Romanda Postmodern Yönelimler

Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk'un aynı adlı eserinden yola çıkarak oluşturduğu müzedir. İstanbul'da 19. yüzyıldan kalma bir ev yazar tarafından müzeye dönüştürüldü. Müze, bir romanın kurmaca evreninden yola çıkılarak oluşturulan ilk müzedir. 17 Mayıs 2014'te Avrupa Yılın Müzesi Ödülü'nü aldı. (Beyoğlu/ İstanbul)

Şu dilimize dolanıp duran ‘’postmodern’’ ne ola ki? Kafe edebiyatçılarının zırvalarından kaçarak konuşmak gerekir.

Sosyolojik bağlamda postmodernizm, modernitenin eleştirisi amacıyla yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir söylem alanı niteliğinde oluştu (1). Buna göre, insan merkezli bir dünyayı kuma, insanı en değerli varlık olarak bilip onun refahını ve mutluluğunu sağlama amacındaki modernite, Rönesanstan başlayıp yirminci yüzyılın ortalarına kadar gelen süreçte pek çok olumlu verimler üretmeyi başarmıştı. Bununla birlikte, söz konusu ideallerini yaşama geçirmede evrensel ölçekli bir başarıyı da sağlayamamıştı.*

Postmodernizm, öncelikle modernizmin rasyonalist temelini, “akılcılığına ve Aydınlanma felsefesine dayanan bilgi ya da bilgilenme sistemi"(2)ne ve bu sistem içinde ortaya çıkan kurum, idoloji ve her türlü avangart oluşumu eleştirme, olumsuzlama etkinliğidir. Modernizmin dayanak noktası, tarihin bu akılcılığa bağlı olarak sürekli ileri doğru akışı, dolayısıyla geçmişten koparak ilerleyişi şeklinde açıklanabilir. Bu da mutlak ve tekçi bir ‘doğru’ anlayışı üzerinde gerçekleşmektedir. Postmodernizm rasyonaliteye bağlı olarak modernizmin söz konusu kopuşuna ve doğruyu elde edişteki tekçi tavrına da karşı çıkmıştır. Ona göre ‘doğru’, zaman ve yerle sınırlıdır.**

Kabaca bu alıntıları yapabildikten sonra, postmodern roman unsurlarının neleri içerdiğini ve ‘’Yeni Hayat’’taki izlerini aktararak sonlara ulaşabiliriz. Bu tarzın çekirdeğinde şu dört temel özellik yer alır: Üstkurmaca, metinlerarasılık, polisiye/gerilim ve tarihe yöneliş.

Bir postmodernist roman içeriğin kurmaca olduğunu net bir şekilde ifade eder. Yeni Hayat romanında Osman’ın yolculukları, seyahatleri esnasında fiziksel olarak dönüşüm yaşadığı kişiler buna bir örnektir. Ayrıca postmodernist romanlarda yaratılan kurmaca dünya baştan sona bir gerçekliktir. Yani realite ile kurmaca arasındaki ilişkiyi postmodernist romanlarda kurmacanın da bir tür realite olması şekliyle görürüz.

Metinlerarasılık özelliğini ise Pamuk’un diğer romanlarıyla Yeni Hayat arasındaki bağlantısı şeklinde görebiliriz.

Polisiye/ gerilim kavramlarının romandaki örneklerine bakarsak; Mehmet’in öldürülmesi, Canan’ın ortadan kaybolması, Osman’ın tutkulu arayış ve seyahatlerini gösterebiliriz.

Romandan Alıntılar


Kendimiz olamayacağımızı anlamak, evet bir kederdir; ama bu olgunluk bizi felaketlerden de korur.

Benim hayatın kendisi sanarak mutlulukla karşıladığım, aşkla sevdiğim rastlantı bir başkasının kurgusuymuş yalnızca.

Yalnızlıktan korkuyordum. Benim gibi bir budalanın büyük bir ihtimalle yapacağı gibi, kitabı yanlış anlamış olmaktan, yüzeysel olmaktan, ya da olamamaktan, yani herkes gibi olamamaktan, aşktan boğulmaktan ve her şeyin sırrını bilip bu sırrı öğrenmeyi hiç mi hiç istemeyenlere bir ömür boyu anlatıp gülünç olmaktan, hapse girmekten, kafadan çatlak gözükmekten, en sonunda dünyanın benim sandığımdan da zalim olduğunu anlamaktan ve güzel kızlara kendimi sevdirememekten korkuyordum.

Kısaca: Kendimi başkalarından ayırmak, herkesinkinden daha başka bir amacı olan özel biri olarak görmek istemiştim. Bu da buralarda affedilecek bir suç değildir.

Fuzuli'nin: "Canan yok ise can gerekmez" mısrasını tersinden otuz dokuz kişiye söyledim. Evlerine tam yirmi sekiz değişik ses ve kimlikte telefon edip onu sordum ve duvar ilanlarında, afişlerde, yanıp sönen neon lambalarında, dönerci, piyangocu ve eczane vitrinlerinde görüp hayalimle oralardan söküp çıkardığım harflerle her gün otuz dokuz kere Canan demeden eve dönmedim, ama Canan gelmedi.
__________________________________________________________
* http://hakansazyek.com/files/Turk_Romaninda_Postmodernist_Yontemler_ve_Yonelimler.pdf
** http://hakansazyek.com/files/Turk_Romaninda_Postmodernist_Yontemler_ve_Yonelimler.pdf

22.11.2018


Dolmuş biri, en yakın çevresinin her türlü hareketinden kendine olumsuz bir pay çıkarır. Çok soru sorduklarını, her şeye yorum yaptıklarını, şu anda yaşadığı mutsuzluğun sebebinin onların bu garip davranışları olduğunu ifade eder: içine ya da dışına…

Dolmuş biri artık en yakınındakilere tahammül edemeyen biridir. Dışarıya karşı nazik, güleç ve sempatik davranmayı nasıl çok iyi biliyorsa içeridekilere karşı da o kadar karamsar ve adeta yer yer acımasız olur. Bu kısıtlı, adımını atsa bir duvara çarpacağı kadar kısıtlı bölgede kendine minimal bir yaşam biçimi oluşturmayı yeğler ve sık sık yarın gideceğini düşündüğü uzakları tahayyül eder. Bir başka ev, bir başka şehir, bir başka fikir…

Dolmuş birinin anlatacağı o kadar da çok şey yoktur. Daha doğrusu; hayatla kendisi arasında bir uyum yakalayabilmenin mızmızlanmalardan geçmediğini kavrarsa kısmî sükunetler yaşar. Bu sessizliğini ama, yalnızlığın karanlık boyutlarına inmeye başladığında kesmeli ve çevresine aktarmalıdır. Bunun dışında; her seferinde bir reçete bulabileceğini ümit ederek bir şeyleri dile getirse de hayal kırıklığına uğrar.

Dolmuş biri şayet kainattaki görevini fark eder, seçer ve bunun üzerine yoğunlaşırsa ortaya zaten lüzumsuz şikayetler yerine ölçülü girişimler çıkar. Böylesi birinin mutlu olduğunu artık söyleyebiliriz. Aşkla yapabileceği işini buldu mu, mutsuz da olsa mutludur. Zira yolun, kendi yolunun içerisine girdiğini yakinen hisseder. Buysa mutsuzluk anlarında dahi mutluluk çerçevesiyle örülü bir düzenektir.



Kaçtım yazmaktan, yazarlıktan. Elim, ayağım birbirine dolanıyor yazmayı düşününce bile. Niye? En kusursuz öyküyü yazana kadar susma kararı mı aldım? En kusursuz öykü nedir öyleyse? Hayır hayır, sadece; o ilk cümleyi, sayfayı doldurma kararını alamıyorum. Çünkü biliyorum ki diğer sayfalar çorap söküğü gibi hızlıca çıkacak ortaya. En duygu yüklü ânımda zihnime düşen kelimeleri derleyip bir kağıda dökmekten, kaçtım uzun süre. Sanki dile getirirsem olacak olanlardan korktum. Zihnimde dolaşan o karmaşık kelimelerin somut dünyaya aktarımı kadar zor şey yok! Merhaba yazarlık, merhaba!

Dolmuş birinin yapmaktan imtina etmesi gereken ilk şey, bana kalırsa suçlamaktır. Çünkü içinde biriken öfke, kaygı ve hayal kırıklarına sebep olan kişileri bulmaya çok hazırdır. Bu da aceleci kararlar aldırarak yalnızca bir köpek havlaması çıkartır ortaya. Bunun yerine toplumsal değil ama kişisel hayatında bir tevekkülle yola çıkarsa, sanıyorum ki her şey daha güzel olur. İstemediği düzenin, anlayışın, yaşantıların bir an önce değişmesini isteyen insan hiçbir şey yapamaz ve hatta sonucunda ancak delirir.

Dolmuş kişi, soğukkanlı olmayı ve vakur durmayı öğrenirse o girdabı dalgalara, dalgaları da üzerinde sörf yapılacak özelliklere sahip dalgalara çevirebilir.

Yeni bir kurgu var aklımda, ona çalışıyorum. Hayır henüz çalışmıyorum, yalnızca etrafıma çalıştığımı söylüyorum. İşin aslı şu ki; ben aklımdaki bu kurgu için ciddi bir biçimde, iş yapar gibi hala daha geçmedim yazı makinamın karşısına. Yalnızca aklımdakinin iyi bir kurgu olduğunu ve iyi işleyebildiğim takdirde ortaya güzel bir başlangıç eseri çıkacağını biliyorum. Merhaba yazarlık, merhaba yazarcık!