Edebiyatımızda, özellikle 20.
yüzyılın ortaya çıkardığı eserler arasında ‘’köy romanı’’ oldukça yaygın bir
alana sahiptir. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt ve Kemal Tahir’in hemen akla
gelebildiği köy romanı, yazarlarının da köyde doğup büyüdüğü ve daha sonra ise
çoğu kez İstanbul’a geldiği bir tür. Bu kurmacaların içeriğine bakarsak;
sıklıkla toprak ağası ile köylüyü, yani ezen ile ezileni görebilmek mümkün. Bu
bakımdan köy romanlarımız genellikle bir meseleyi, aksaklığı, toplumsal
hadiseleri ele alır. Bu türün yazarlarının birçoğu eğitimlerinin yanı sıra
yaşayarak öğrenirler. Yani hayatın bizzat içinden gelip yetişerek romancı
olurlar.
Buna karşın Türk edebiyatında şehrin, şehirlinin yaşantılarını aktaran
romanlar daha yeni ürünlerdir. Onların, alanına en yetkin ürünlerini veren
isimlerden biri ise Orhan Pamuk. Yazar da saydığımız diğer romancıların hayatın
içinden, tecrübe ede ede geldiklerini ifade eder. Beri yandan bu duruma karşı
kendini ‘’kitabî yazar’’ olarak nitelendirir. Bu ne anlama geliyor? Orhan Pamuk’un bir romanı yazmak için yıllarını verdiği ve romanını oluşturan
unsurları (zaman, mekân, insan) bizzat gidip gözlemleyerek eserini yazdığı anlamına geliyor. Meşhur ‘’Kar’’ romanından örneklemek gerekirse; olaylarının
bir bölümünün Kars’ta geçmesi nedeniyle Pamuk Kars’a gider ve bir süre orada
kalır. Yazar hemen tüm romanlarını da çok uzun yıllar
araştırma yaparak, gezip görerek yazar. Bu durum onu ''kitabî yazar'' kılar.
Erken Yıllar
Kısa ve okuyucuyu ezbere
götürmeyen bir özgeçmiş sunmaktan yanayım. 7 Haziran 1952’de doğan Pamuk
Nişantaşılıdır. Ömrünün de ilk elli senesini burada yer alan Pamuk
Apartmanlarının evinde geçirir. Büyüdüğü muhit insan ve kültürler bakımından
zengindir. Hiç şüphesiz bu karışımdan çok şey alır. Yazarlıktan önce kendine
meslekî kariyer olarak ressamlığı beller. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 3
yıl mimarlık okuyup yarım bırakır. Ardından 1977’de İstanbul Üniversitesi
Gazetecilik Bölümünde öğrenim görür. Anne Girit Valiliği yapan İbrahim Paşa’nın
torunudur. Baba, dede ve amcaysa mühendistir. Pamuk yirmili yaşlarının başında
bir yazar ve romancı olmayı kafasına koyduğu andan itibaren durmaksızın yazar.
İlk Roman: Karanlık ve Işık
Orhan Pamuk’un ödüllerle arasının
iyi olduğunu hepimiz az çok biliriz. Bu özelliğini en baştan belli de eder.
Sözgelimi 1974 çıkışlı ilk romanı Karanlık
ve Işık, Mehmet Eroğlu’nun eseri ile beraber Milliyet Roman Yarışması
Birinciliğini paylaşır. Aslında biz bu romanı başka bir adla daha iyi biliriz: Cevdet Bey ve Oğulları. Ancak 1982’de ‘’Cevdet
Bey ve Oğulları’’ adıyla yayımlanabilen roman Orhan Kemal Roman Ödülüne layık
görülür. Romanda kendi yaşantısından izleri yakinen görebiliyorsunuz: Pamuk
burada Nişantaşılı bir ailenin yetmiş yıllık yaşam öyküsünü anlatır. Yazarın en
övülen yanlarından birini henüz daha bu romanında da görebiliyoruz: Doğu ile
Batı dünyasının izlerini bir arada ve İstanbul’u kendisine sahne yaparak
aktarmak. Eserdeki kahramanlardan Cevdet Bey, şehrin ilk Müslüman
tüccarlarından biri olarak hem zenginleşmek ister hem modern, Batılı bir aile
kurmayı.
Orhan Pamuk’un Romanlarında Mekân
Mekân unsuru şüphesiz ki bir
romanda bize bir ruhu anlatmak, kurmacaya hizmet etmek açısından oldukça
önemlidir. Yakup Kadri Karaosman’ın ‘’Kiralık Konak’’ında yer alan ‘’konak’’
bir ailenin paylaştığı bir hane olmasının çok ötesindedir. Öyle ki bu konak
artık eskimeye yüz tutan Osmanlı kültür ve dünyasının bir parçasıdır. Mekânın
bu işlevini Pamuk’ta da çok iyi bir biçimde görürüz. O, yetiştiği çevreyi,
muhiti, İstanbul’u (semt, mahalle, ev, otel, sokak, eğitim kurumları, sinema,
çarşı, pazar, lokantalar, cami, kahvehane) çoğu romanında alabildiğine işler.
Mekânların birbirlerine yakın bölgeler oldukları da görülür, ancak her
seferinde farklı insan hayatlarına büyüteç ile bakmayı başarır. İslam, laiklik,
Doğu – Batı, ego gibi kavramlar İstanbul sahnesinin altında okuyucuya
aktarılır.
Yeni Hayat
Yazarın yetiştiği burjuva
çevrelerin görüldüğü romanlarından biridir. Mekânımız İstanbul, hatta modern
İstanbul’dur. 1994 çıkışlı Yeni Hayat
bir arayışın, bu arayış uğruna çıkılan yolların romanıdır. Eseri meşhur eden
özelliklerinden biri de şüphesiz ki ilk cümlesidir: ‘’Bir gün bir roman okudum
ve bütün hayatım değişti.’’ Gerek başlangıç cümlesi, gerekse diğer teknik detaylar
(onlara gireceğiz) eserin postmodern romanın izlerini taşıdığını gösterir.
Romanda başlıca şunları görürüz:
İstanbul’un arka semtlerinden birinde yaşayan, 22 yaşında bir mühendislik öğrencisi olan
Osman okuduğu bir kitabın etkisiyle ve çağrısıyla arayışa çıkar. Kitabı
okumayaysa âşık olduğu ve Nişantaşı’nda oturan Canan vesile olur. Kitabın
sayfalarını açtığı anda yüzüne adeta bir ışığın çarptığı hisseden Osman, kitabı
bitirir bitirmez Canan’a olanlardan bahseder. Canan ise Osman’ı, kitabı daha
önce bitirmiş ve tıpkı onun gibi bir arayışa çıkmış ama o arayışın sonucunda
ancak ölümün olduğuna inanmış Mehmet ile tanıştırır. Kısa süre sonra vurularak
ölen Mehmet’in ardından Canan da ortadan yok olur. Arayışı ile baş başa kalan
Osman’sa yeni hayatını, hatta aslında Canan’ı aramaya koyulur. Seyahatlerinin
birinde Canan’a rastlamasıyla arayışı birlikte sürdürürler ve önü alınamaz
serüvenler başlar.
Kitap mekân olarak İstanbul’la
başlasa dahi Osman ve Canan’ın Anadolu seyahatleri ile şehir dışlarına gidilir.
Öyle ki, Anadolu kitabın vaat ettiği yeni hayatın adresidir. Zira bu yeni hayat
Osman için İstanbul’da yoktur. Anadolu seyahatlerinde romanın
bize gösterdiği bir diğer husussa Doğu – Batı gerilimleridir. Osman’ın yaptığı
bu yolculuklar sırasında taşra bölgelerini tasvir ettiğini görürüz. Modernite,
kapitalist ekonomi sistemi, Batılılaşma durumları Türkiye’nin taşrasında ne
durumda onlara bakarız. Pamuk bu yaklaşımı eleştiri ya da övgüden uzak, tanı ve
teşhis koyan birinin soğukkanlılığıyla gözler önüne serer.
Romanda Postmodern Yönelimler
Şu dilimize dolanıp duran ‘’postmodern’’
ne ola ki? Kafe edebiyatçılarının zırvalarından kaçarak konuşmak gerekir.
Sosyolojik bağlamda postmodernizm, modernitenin eleştirisi amacıyla
yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir söylem alanı niteliğinde oluştu (1).
Buna göre, insan merkezli bir dünyayı kuma, insanı en değerli varlık olarak
bilip onun refahını ve mutluluğunu sağlama amacındaki modernite, Rönesanstan
başlayıp yirminci yüzyılın ortalarına kadar gelen süreçte pek çok olumlu
verimler üretmeyi başarmıştı. Bununla birlikte, söz konusu ideallerini yaşama
geçirmede evrensel ölçekli bir başarıyı da sağlayamamıştı.*
Postmodernizm, öncelikle modernizmin rasyonalist temelini,
“akılcılığına ve Aydınlanma felsefesine dayanan bilgi ya da bilgilenme
sistemi"(2)ne ve bu sistem içinde ortaya çıkan kurum, idoloji ve her türlü
avangart oluşumu eleştirme, olumsuzlama etkinliğidir. Modernizmin dayanak
noktası, tarihin bu akılcılığa bağlı olarak sürekli ileri doğru akışı,
dolayısıyla geçmişten koparak ilerleyişi şeklinde açıklanabilir. Bu da mutlak
ve tekçi bir ‘doğru’ anlayışı üzerinde gerçekleşmektedir. Postmodernizm
rasyonaliteye bağlı olarak modernizmin söz konusu kopuşuna ve doğruyu elde
edişteki tekçi tavrına da karşı çıkmıştır. Ona göre ‘doğru’, zaman ve yerle
sınırlıdır.**
Kabaca bu alıntıları
yapabildikten sonra, postmodern roman unsurlarının neleri içerdiğini ve ‘’Yeni
Hayat’’taki izlerini aktararak sonlara ulaşabiliriz. Bu tarzın çekirdeğinde şu
dört temel özellik yer alır: Üstkurmaca, metinlerarasılık, polisiye/gerilim ve
tarihe yöneliş.
Bir postmodernist roman içeriğin kurmaca olduğunu net bir şekilde
ifade eder. Yeni Hayat romanında Osman’ın yolculukları, seyahatleri esnasında
fiziksel olarak dönüşüm yaşadığı kişiler buna bir örnektir. Ayrıca postmodernist
romanlarda yaratılan kurmaca dünya baştan sona bir gerçekliktir. Yani realite
ile kurmaca arasındaki ilişkiyi postmodernist romanlarda kurmacanın da bir tür
realite olması şekliyle görürüz.
Metinlerarasılık özelliğini ise Pamuk’un diğer romanlarıyla Yeni
Hayat arasındaki bağlantısı şeklinde görebiliriz.
Polisiye/ gerilim kavramlarının romandaki örneklerine bakarsak;
Mehmet’in öldürülmesi, Canan’ın ortadan kaybolması, Osman’ın tutkulu arayış ve
seyahatlerini gösterebiliriz.
Romandan Alıntılar
Kendimiz olamayacağımızı anlamak, evet bir kederdir; ama bu olgunluk
bizi felaketlerden de korur.
Benim hayatın kendisi sanarak mutlulukla karşıladığım, aşkla sevdiğim
rastlantı bir başkasının kurgusuymuş yalnızca.
Yalnızlıktan korkuyordum. Benim gibi bir budalanın büyük bir ihtimalle
yapacağı gibi, kitabı yanlış anlamış olmaktan, yüzeysel olmaktan, ya da
olamamaktan, yani herkes gibi olamamaktan, aşktan boğulmaktan ve her şeyin
sırrını bilip bu sırrı öğrenmeyi hiç mi hiç istemeyenlere bir ömür boyu anlatıp
gülünç olmaktan, hapse girmekten, kafadan çatlak gözükmekten, en sonunda
dünyanın benim sandığımdan da zalim olduğunu anlamaktan ve güzel kızlara
kendimi sevdirememekten korkuyordum.
Kısaca: Kendimi başkalarından ayırmak, herkesinkinden daha başka bir
amacı olan özel biri olarak görmek istemiştim. Bu da buralarda affedilecek bir
suç değildir.
Fuzuli'nin: "Canan yok ise can gerekmez" mısrasını tersinden
otuz dokuz kişiye söyledim. Evlerine tam yirmi sekiz değişik ses ve kimlikte
telefon edip onu sordum ve duvar ilanlarında, afişlerde, yanıp sönen neon
lambalarında, dönerci, piyangocu ve eczane vitrinlerinde görüp hayalimle
oralardan söküp çıkardığım harflerle her gün otuz dokuz kere Canan demeden eve
dönmedim, ama Canan gelmedi.
__________________________________________________________* http://hakansazyek.com/files/Turk_Romaninda_Postmodernist_Yontemler_ve_Yonelimler.pdf
** http://hakansazyek.com/files/Turk_Romaninda_Postmodernist_Yontemler_ve_Yonelimler.pdf
2 yorum:
Lise yıllarında ilk Orhan Pamuk okumaya Cevdet BEY VE oĞULLARIYLA başlamıştım. sonra diğerleri geldi. kurgusu ve anlatımıyla yeni hayat gerçekten çok güzel bir kitap. Orhan Pamuk okumak ve anlamak için bir fırın kitap okumaya gerek var..
Aşk kitapları mı arıyorsunuz? Tıklayın: en güzel aşk kitapları
Yorum Gönder