9.07.2018

''Eskiden Yeniye''nin Romanı: Kiralık Konak


Doğu Batı Ekseninde Kuşaklar Arası Çatışmanın Romanı: Kiralık Konak


Türkiye’de modernizm kavramı, diğer birçok kavram gibi bir karışıklık içerisinde tartışılır. Siyasi çekişmelerin uzağında değerlendirmek neredeyse mümkün değildir. Yazının amacı hem bu kavramı politik kısır döngünün uzağında kalarak açmak, hem de bu doğrultuda Kiralık Konak romanındaki batılılaşmayla beraber kuşaklar arası yaşanan duygu ve düşünce ayrılıklarını ortaya koymaktır. Modernizm gibi hacimli bir konuyu burada tamamen konuşabilecek değiliz. Ancak Avrupa’da ne zaman başladığı, ülkemize ne zaman sıçradığı ve bizde nasıl uygulandığı romanı incelerken gireceğimiz konular arasındadır. Ülkemizdeki modernizm atılımları ve Batılılaşmaya geçmeden önce bu kavramı daha anlaşılır kılmak için Avrupa’da modernizmin nasıl doğduğuna bakarak işe koyulacağız. Hadi başlayalım.

Batı’daki Dönüşümler

Ortaçağ XIV. yüzyılın ikinci yarısıyla XV. yüzyılın başlarında, doğrudan doğruya modern Batı’ya haber veren hümanizmin yükselişiyle sona erecektir.


DoğuBatı yayınlarından çıkan ‘’Avrupa Düşüncesinin Serüveni’’ adlı kitap, ‘’XIV. XV. Yüzyıllar: Hümanizmin İlerleyişi’’ başlıklı yazısında bu cümlelerle başlıyor. Avrupa, dini merkez alan bir hayat düzeninden hümanizmle beraber yavaş yavaş kopmaya başlar. Bilimdeki gelişmeler (Kopernik, F. Bacon), Reform, eleştirel düşünce Batı’nın fikirsel dönüşümünü meydana getiren ana unsurların başında gelir. Bu dönüşüm Antik Yunan ve Roma uygarlıkları referans alınarak gerçekleşir. Antik Yunan’da akılcılık ön plândadır. Şehirleşme, kanun yazımı, yasaya eklenen demokrasi kavramı, tarihin icadı gibi atılımlar bilimi temel almak isteyen Batı’nın tabii ki Klâsik Yunan’a yönelmesini sağlamıştır.

Yunan düşüncesi ve düşünce yapısı Batı dünyası üzerinde büyük etkiler yaratmıştır. (Avrupa Düşüncesinin Serüveni/ DoğuBatı Yayınları)
Tüm bu gelişmelerle birlikte, Avrupa düşüncesinin dönüm noktası Rönesans ile beraber başlar: Genel olarak Rönesans, XV. ve XVI. yüzyıllardan itibaren Avrupa’da ortaya çıkan bilimsel ve sanatsal yenilenme hareketlerini ifade eder. (Avrupa Düşüncesinin Serüveni/ DoğuBatı Yayınları)
Peki bu ‘’bilimsel ve sanatsal yenilenme hareketleri’’ ne anlama geliyor? Kısaca bir göz atalım.

Yenilikler Zamanı


Saatçilik mesleğinin gelişimi, matbaanın icadı, basılı kitapların ortaya çıkması gibi teknik gelişmeler Rönesans devri insanına bir bilinçlilik katar. 1500’lü yıllara doğru giderken Alman saat ustası Peter Henlein ‘’Nürnberg yumurtası’’ adıyla bilinen cep saatlerini üretir. Yapımı uzun sürse de ilk defa taşınabilir saatler ortaya çıkar ve insanlar zamana hâkim olmaya başlar. 


XV. yüzyılın ilk yarısında Gutenberg ile beraber matbaa icat edilir. Macellan, Kristof Kolomb ve Vasco de Gama’nın yolculukları da yeryüzünün bilinen sınırlarını genişletir. Tüm bunların yanında Reformla beraber bireyselliğin kapıları açılır ve eğitim anlayışı da değişir:
Madem ki hümanizm insana dair iyimser bir bakış açısı olarak tanımlanıyor, bu insanı eğitmek gerekmez mi? … Gençliği eğitme arzusu, çocukların ve gençlerin yetişkinlerden farklı olduğu düşüncesi, hümanizmin eğitim anlayışını oluşturan bu temel unsurlar, moderniyete yön veren yeni bir kültür anlayışını bizlere gösterir. (Avrupa Düşüncesinin Serüveni/ DoğuBatı Yayınları)

Kısaca özetlersek tarihten eğitime, edebiyattan estetiğe, politik düşüncelerden bilime kadar Batı bir değişim içerisindedir. Bu değişimin temel kaynağı Antik Yunan’dır ve akla, bilime, doğaya doğru bir dönüşüm yaşanır.

Batı’dan Doğu’ya: Tanzimat Fermanı’mız ve Batılılaşma

Avrupa düşünce sisteminin geçirdiği değişikliği çok kısaca özetledim. Peki bu gelişmeler bizde nasıl vuku buldu? Edebiyattan politikaya, eğitimden mimariye kadar geniş bir yelpazede değişimler meydana gelmeye başladı. Şimdi kısaca bunlara da değinip artık romana geçeceğiz.

Tanzimat Fermanı



Mahmud II’nin 1839 tarihinde ölümü üzerine, yerine çıkan Abdülmecid Han’ın zamanında ilan edilen Gülhane Hattı ile (3 Teşrin-i sâni 1839, Pazar günü) cemiyet hayatında yeni bir devir başlar. Bu ferman, tarihini kısaca anlatmaya çalıştığımız yenileşme hareketinin ikinci zaferiydi. Onunla imparatorluk, asırlar içinde yaşadığı bir medeniyet dairesinden çıkarak, mücadele hâlinde bulunduğu başka bir medeniyetin dairesine girdiğini ilan ediyor, onun değerlerini açıkça kabul ediyordu. (Ahmet Hamdi Tanpınar/ On Dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi/ Dergâh Yayınları)
Tanzimat Fermanı’nın iki büyük önemi vardır. Birincisi; padişahın yetkileri ilk defa sınırlanıyordu. Şahsî yönetim, çoksesliliğin olduğu bir imparatorluğa dönüşüyordu. İkincisi; insan hukukuna yeni bir anlayış geliyordu. Hangi dine mensup olursa olsun herkesin can, mal, ırz, fert hakları gibi unsurlar birinci derecede korunacaktı. Bu durum Fransız İhtilali’nin ana fikirlerinin görece kabul edildiği anlamına geliyordu.

Edebiyatımızdaki Batı

Türk edebiyatının İslâm medeniyeti kadrosu içinde doğmuş olan Divan edebiyatından sıyrılarak avrupaî bir karaktere bürünmeye başlaması XIX. asrın ikinci yarısına rastlar. İslâmî edebiyatın bütün özelliklerine sahip olabilmek için XI. asırdan XV. asıra kadar uzun bir intibak devresi geçirdikten sonra, XIX.  asrın ortalarına kadar gelişip köklenerek Türk aydınlarının gözündeki değerini koruyan Divan edebiyatı, bu asrın ikinci yarısında yetişen idealist, çok kabiliyetli yazarlarla şairlerin çok dinamik ve sürekli çabaları ile, kırk yıl gibi kısa bir süre içinde, yerini hızla batılı bir edebiyata bıraktı. XIX. asır sona ererken, Türk edebiyatı da Batı edebiyatının hemen bütün türlerinde büyük bir başarıya ulaşmış bulunuyordu. (Kenan Akyüz/ Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923/ İnkılâp Kitabevi)



Türk edebiyatı, Tanzimat edebiyatı döneminde akıl, gelişim, yanlış batılılaşma gibi konulara özellikle önem verir. Gazetelerde tefrika edilen romanlar, köşe yazıları hep halkı aydınlatmaya, bilinçlendirmeye yönelik içeriklere sahiptir. Tanzimat aydını, her şeyden önce gazeteci ve halkçı insanlardır. Alıntıda geçen ‘’idealist’’ten kasıt da budur. Tanzimat edebiyatı döneminde halka ulaşmak ve onları eğitmek için başvurulan en temel yol gazetelerdir. Bu bağlamda, gazetelerin önemi oldukça önemlidir.

Edebiyatımızın Ana Temaları


  Ø  Recaizade Mahmud Ekrem’in Araba Sevdası romanı yanlış batılılaşmayı ele alır.
  Ø  Şinasi’nin Şair Evlenmesi batılı anlamda yazılan ilk tiyatro eserimizdir.
  Ø  Namık Kemal’in İntibah romanı aklıyla hareket etmeyen birinin başına geleceği felaketleri ele alırken verdiği bir de nasihat vardır: Son pişmanlık fayda etmez.
  Ø  Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey’le Râkım Efendi romanı batılılaşmayı şeklen almanın yanlışlığını anlatan bir romandır.
Bu liste elbette bu kadar kısa değil, uzar gider. Romanın dışında tiyatro, öykü, eleştiri, anı gibi yazı türlerinde de aynı temalar görülür. Bu türler aynı zamanda bizim edebiyatımıza Tanzimat ile beraber girer.

Mimârimizdeki Batı


Aslında Batı’nın üstünlüğünün nereden geldiğini anlama ve onları özümseme çabaları daha önceleri başlıyor. Lâle Devri’nde (1718-1730) Yirmi Sekiz Mehmed Çelebi Fransa’ya gönderilir. Bu ziyaret dokuz ay sürer ve döndüğü zaman Mehmed Çelebi’nin raporlarında siyasetten çok Batı’nın yaşayış şekli, kurum ve kuruluşları anlatılır. Elçimiz aynı zamanda yanına Fransız mimârisine ait planlar da getirir. 1722 yılında Kağıthane’de inşa edilen Sadabad Sarayı, Fransız saray ve bahçe planlarından esinlenilerek yapılır. Yine hastaneler, eczaneler, bahçe ve seralar, bakımlı sokaklar gibi mekânlar da ilgi odağı haline gelir. Şimdi tüm bunlardan sonra, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na ve onun ilk romanı olan Kiralık Konak’a geçebiliriz.

Büyük Bir Kalem: Yakup Kadri Karaosmanoğlu


Yakup Kadri, nüfuzlu bir aileden gelir. 1600’lerin sonlarında yaşayan en meşhur ailelerden kabul edilen Karaosmanoğlu ailesinin torunlarından biridir. 27 Mart 1889’da Kahire’de doğar. II. Abdülhamid dönemine doğan bir yazardır. Altı yaşına kadar Mısır’da yaşamını sürdüren Yakup Kadri, daha sonra annesi ve kardeşiyle beraber Manisa’ya gelir. Fevziye Mektebi, ardından İzmir İdadîsî’nde eğitim alır ancak burayı tamamlayamaz. Daha sonra tekrar Mısır’a dönen yazar, burada Fransız Okulu’nda eğitim hayatına devam eder. 1908’de ailesiyle İstanbul’a gelir ve burada da yarım bırakacağı Hukuk Fakültesi’ne giriş yapar. Fecr-i Ati’nin kurucu üyeliği, İkdam, Cumhuriyet, Hâkimiyet- Milliye gazetesi yazarlığı, Kadro dergisinin kuruculuğu, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanlığı gibi çok çeşitli işlerde boy gösterir. 13 Aralık 1973’te Ankara’da vefat eder.

Edebî Kişiliği


Yakup Kadri, üç farklı döneme tanıklık etmiş bir yazardır: Osmanlı’nın son dönemleri, Cumhuriyet ve çok partili dönemin içinde yaşar. Bu üç farklı devirde yetişen yazar, eserlerinde de geniş bir perspektife sahiptir. Dilde eskici ya da yenici olmadığını, doğru hamleler yapılması gerektiğini savunur. Yazarlığının ilk dönemlerinde Servet-i Fünun etkisiyle süslü bir dil görülür. 1922’ye doğru gelindiğinde, Batılı eserlerin de etkisiyle dilde sadeleşmeye gider. Yine Milli Edebiyat topluluğundan da etkilenerek bir değişim yaşar. Eserlerinde Türk toplumunun Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar değişen sosyal, siyasi, kültürel hayatını oldukça başarılı bir şekilde anlatır.  Onun romanları, Türk toplumunun değişimlerini öğrenmek açısından kaynak olarak da okunabilir.

Kiralık Konak: Bir Devir Kapanır, Bir Devir Açılır


Yakup Kadri’nin 1922’de yayımladığı ilk romanıdır. Tanzimat sonrasında ortaya çıkan değer ve gelenek kargaşası romanda başarılı bir şekilde aktarılır. Eserde eskiden yeniye doğru üç farklı kişilik vardır: Naim Efendi, Servet Bey ve Seniha. Kitaba adını veren konaksa bu çatışmanın en önemli sembollerinden biridir. Toplumsal değişim, bu konakta yaşayan üç farklı kişi özelinde nesiller çatışması olarak aktarılır. İhtiyar Naim Efendi, yıkılmakta olan Osmanlı’nın ve onun geleneğinin temsilcisidir. Damadı Servet Bey ise Müslümanlık ve Türklükten nefret eder, kendi anladığı Batılı dünyanın değerleri içerisinde yaşamak ister. Servet’in kızı Seniha ise, alışveriş, eğlence, har vurup harman savurmak, tüketim çılgınlığı gibi kavramlarla kuşatılan bir kişiliktir ve son nesli temsil eder. Romanın şahıs kadrosu bununla sınırlı değildir. Seniha ile aynı nesilden olan Hakkı Celis, Seniha'ya kıyasla bir düşkünlük içerisinde değildir.

Roman Trablusgarp Savaşı, Balkan Harbi ve 1. Dünya Savaşı zamanlarında geçer. Aile genel olarak bir kayıtsızlık ve düşkünlük içerisindedir. Savaşın kapıya dayanması, yakınları olan Hakkı Celis’in şehit düşmesi dahi onların sefahat ve eğlence düşkünlüğüne engel olmaz. Özetle; eskiye özlem, yanlış batılılaşma denemeleri, ahlaki çöküntü konak ve bu konağın sakinleri ekseninde okuyucuya aktarılır. Romanda İstanbulin giyinen namuslu ve ölçülü insanlarla, redingot giyen düşkün insanlar vardır. Kitaptan alıntılarla devam edeceğiz. Bu alıntılar, roman hakkında fikir sahibi olmanızı sağlayacak niteliktedir. Benim elimdeki kitap İletişim Yayınları’ndan çıkmıştır.

‘’Naim Efendiler bu yaz Kanlıca’ya taşınmadılar. Zamanlar artık eski zamanlar değil, iki sene içinde pek çok âdetler değişti. Kışın konaklarda, yazın yalılarda oturan aileler gittikçe azalmaktadır.’’

‘’İstanbul’da iki devir oldu: Biri İstanbulin; diğeri redingot devri… Osmanlılar hiçbir zaman bu İstanbulin devrindeki kadar zarif, temiz ve kibar olmadılar. Tanzimatı Hayriye’nin en büyük eseri, İstanbulinli İstanbul Efendisidir. Bu kıyafet dünyaya yeni bir insan tipi çıkardı ve Türkler bu kıyafet içinde ilk defa olarak vahşi Asya ile haşin Avrupa’nın arasında gayet hususi yeni bir millet gibi göründü.’’

‘’Maziden bize yadigâr kalmış bu gibi şahsiyetler, aramızda elan mevcuttur. Bunlar, pek eski zamanlarda bile, eski adamlardandı. Ruhları sanki bir merhalede durmuş gibidir. Nitekim Naim Efendi’nin bütün hatıraları, bütün zevkleri, bütün muhabbetleri, kendisini güldüren ve ağlatan her şey mutlaka bundan kırk sene evveline aittir.’’

‘’Sonra redingot devri geldi ve redingotu içinden yarı uşak, yarı kapıkulu, riyakâr, adi bir nesil türedi. Bu neslin en yüksek, en kibar simalarında bile bir saray hademesi hali vardır.’’



‘’Seniha, şimdi böyle başıboş şahlanmış bir hayvan üstünde gibiydi. Fakat, kendini daracık bir saha içinde, mahsur ve mahpus hissediyordu. Ruhunda çılgın cevelanların, bitmez tükenmez mesafelerin hasreti vardı. En küçük teferruatına kadar her şeyini ve her tarafını bildiği ve ezberlediği bu evden, doğduğu günden beri daima aynı havayı yuta yuta adeta bunaldığını hissettiği bu memleketten kaçmak, uzaklara, görülmemiş, işitilmemiş şeylere doğru gitmek istiyordu. Avrupa’nın şenlik ve aydınlık şehirleri, onu büyülü bir surette kendine doğru çekiyordu.’’

‘’Bir zorluk önünde yalnız başına kaldığı vakit, fazla düşünmekten, fazla sıkılmaktan kurtulmak için, daima çarelerin ilk hatırına gelenine, tedbirlerin en basitine, en acelesine müracaat ederdi; yani hiçbir şeyi halletmez, fakat başından savardı.’’

‘’Geç vakit, ruhu bir ağır kederle yüklü, eve dönüyordu. Karanlık ve tenhalık içinde, İstanbul'un sokaklarında yürümekle İstanbul denilen şeyi daha iyi anlıyordu. Bu, ne bir ülke, ne bir şehir, ne de bazılarının dediği gibi, büyük bir köydü; İstanbul'un güzelliğini, çirkinliğini, ihtişamını ve sefaletini yapan şeyler neydi?’’

‘’Sana demin vücudumun güzel taraflarını gösterirken beni seviyordun. Fakat, ne vakit ki hayatımın çirkin taraflarını göstermeye başladım; benden tiksindin. Gençken ve güzelken vücudu soymak iyidir, fakat hiçbir yaşta ruhu soymaya gelmez ve herkes önünde, hatta kendi önümüzde bile daima giyimli durmalıdır."

Hiç yorum yok: