16.04.2018

Kapı

Bir iş için gelmiştim kapına. Bir soruydu, cevabı muallak, çalmıştım kapını. Ümitliydim, bekledim saatlerce kapında. Vazgeçer gibi göründüm gittiğimde kapından. Ne buyur ettin, ne açtın kapını, ne beklediğimi gördün ne de gittiğimi. Cevap vermedin, tekrar denedim. Tekrar denedim sabrını parçalayana kadar. O taş her çatladığında anladım sorunun ne olduğunu. Unutmakla lanetli bu beyin, güzel ve girişimci bir ışık buldu nihayetinde. Sorunu tayin ettim: Geldiğim, çaldığım, açılması adına beklediğim ve en sonunda dönüp gittiğim kapı bendim. Ben kendime geldim, kendi zilime bastım, kendim beklettim kendimi, kendim döndüm kendimden. Cevabı bilen, daha doğrusu benden daha iyi  bilen bir bilgenin ak saçları mıydı görmek istediğim, o ''büyülü söz'' dedikleri iki kelam mıydı? Ne gezer... O kutu orada durdukça durur, çıkmaz içinden hiçbir tavşan. Sen havuçları nerede araman gerektiğini bilmedikçe. Bunu bilmeye dair bir hayat öğretisiyse aranılan, şunu demeli dürüst kişi: ''Aradığın bende yok.'' Yok illa, inatla ve ısrarla ''bir bilen''e sormak ihtiyacı duyuyorsa kişi, rüzgara kapılmış bir poşet gibi savrulur oradan oraya. İç uyum ya da ne yapılacağını bilmek ya da öğrenmek ve geliştirmek bir tavrı. Bunun için hangi makaleyi okuyabilir, hangi sayfalarda gezinebilirsin? 
İddialı bir romanın, eserin ilk cümleleri şu olmalıdır: ''O uyumu sana ben veremem.''

Öyleyse o kapı açılsa ne görür kişi? Kendini değil mi?

Hiç yorum yok: