Ölüm hiçbir zaman senin anlamlı olmanı beklemez. Anlamı sen yaratmak zorundasın.
Nasılsınız? Hayatınız nasıl gidiyor? Bir iyi bir kötü hissedip neticede elinize geçen ve aldığınız karar nedir? O kararı ne kadar uygulayabiliyorsunuz? O kararı hayata geçirmek isteyip sizin gibi düşünen insanlara anlattığınızda tüm o sözler, ''yapalım''lar masalarda mı kalıyor? Masadaki çay bardağında, küllükte ama hiçbir zaman insanda değil?
Dün gece sınavların bitmesiyle okuyacağım kitap ve romanlara ve yapmak istediğim etkinliklere tekrar girişeceğim için bir heyecanla yürürken sokaklarda, tamamen doğru olmasa da kısmen doğru olan bir şeyi yine hissettim: karnaval... Karnavalda yaşıyormuş gibi hissediyorum bazen; hele, hele iki gün önce sınavdan çıkıp giderken yanından geçtiğim üniversitemizin amfisine baktığım zaman... Üzerine güneş yiyen, etrafı çimen ve ağaçlarla kaplı ve kocaman bir daire şeklinde olan ve insanların oturup izlemesi için üst üste yapılmış taşları içeren amfiye...
Bir elinizde gri ve onun tonları olsun, bir elinizde de sevdiğiniz tüm renkler ve onların tonları... Ve bir duvarı boyayacaksınız diyelim; sizin için ''bomboş'' bir görüntüyü ifade eden renkteki bir duvarı. İki şeye sahipsiniz ve de: ''sırası değil'' ile denemek eylemine. İlki pek de kendi iradenizin bir eylemi değilken, yani onu yalnızca ''denememek'' olarak adlandırabilirken, ikincisi tamamen sizin kararınız. Ve tüm ''sırası değil''lerde duvarı, gri ve onun tonları ile boyuyorsunuz. Her ertelemede, her yataktan kalkamayışta, her ''sonraya atmalar''da duvara, adeta hapishanedeki bir mahkumun çentik atması gibi, griyi atıyorsunuz. Griyi atıyor ve belli aralıklarla duvara bakıp, onun ne kadar da gri (renksiz) olduğunu fark ediyorsunuz. Halbuki fırça da boya da, o boyayı tutan el de sizin elinizdeymiş meğer, fark ediyorsunuz. Dışarıdan, o sevdiğiniz renklere de griliği katmak isteyen eller var olsa ve hatta en sevdiğiniz renkler canlılıklarını biraz olsun yitirse bile önünüzdeki duvarın sizin hayatınız ve renkleri tutan ellerin, sizin elleriniz olduğunu anlıyorsunuz.
Tüm ömrün sevdiğiniz renklerle geçmeyeceğini, geçemeyeceğini, çünkü grinin de kimi zamanlar söz sahibi olduğunu görüyorsunuz. Peki, diyorsunuz. Peki bunu kabul ediyorum, renklerimin söz sahibi olması gibi, gri de kendinden bir şeyler katacak o duvara, bazen sorumlusu benim, bazen başkaları. Ama gri konuşmaya başladığında bile yapabileceğim bir şey var ve bunu yapmayı tercih ediyorum: renklerimi korumak, onları daha da renklendirmek ve hatta yeni renkler katmak. Çünkü ellerim kesildiği zaman griden de, kendi renklerimden de ayrılmış olacağım, o halde neden renk tonlarımı zorlamıyorum?
Dün akşam barda birkaç arkadaşla otururken, hepimiz birbirimize hararetli bir şekilde bir şeyler anlatmaya kalkıştık. Hepimizin birbirinden farklı yolları, tercihleri ve gerçekliği vardı ama temelinde hepimiz aynı amaca hizmet ediyorduk: Kendi sanatımızı yaşamak isteğine. Bazen öfkelendik tanık olduklarımıza, bazen heyecan duyduk hayalini kurduklarımıza. Herkes birbirine yapmak istediklerini anlatırken, dinleyenler de ellerinden ne geliyorsa, kendi kabiliyet ve becerilerinin etki edebileceği düzeyde anlatana yardımcı olacağı konuları söylüyor, neticede; sonraki günler toplantılar yapmak için ayarlamalar başlıyordu.
Coğrafya insanın kaderidir; beni doğudan ya da savaşın, cinayetlerin olduğu yerlerden okuyanlarınız varsa, hayatın ''batı''dan oluşmadığını biliyorum dostlarım ama ben, biz de buradayız işte ve hayallerimizin peşinden koşmayı deneyimlemek istiyoruz. Of o kadar çok şey var ki aklımda! Ve bunları doğru zaman ve mekanda gerçekleştirmek için o kadar lazım ki bana soğukkanlılık! Ve sana da, ona da, size de, hepimize de! Okulun o açık alandaki amfisinde sazımızı, sözümüzü alıp doğaçlama olarak ya da bir plana bağlı kalarak oynamak, sergilemek... Kimseyi ötekileştirmeden, tükürerek yüzüne politika kavramının, açarak kollarımızı sanata, insana, sevgiye...
''Çünkü insan, aşkı bırakınca yaşlanır.'' diyor... Doğru diyor...
6 yorum:
Aşkı, hayaller ve insan olduğumuzu unutursak vay halimize. Politika, dünya halleri ve ekonomik düzenler bizlere bu varoluş gayelerimizi unutturmaya yeminliler. Fakat boyun eğmeyeceğiz o dünya hallerine, yayılan kötülüğe. Şiir okuyacağız. Aşık olacağız. İnsan olacağız. Bir olacağız.
"Seni diğerlerinden farksız kılmaya; bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada kendin olarak kalabilmek; dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş başladı mı artık hiç bitmez.''
(E.E.Cummings)
Okul sıralarında bir hocam paylaşmıştı bu sözü :)
Hesse geldi aklıma nedense,
"Biz gençler gerçekten de sizlerden memnun değiliz yaşlı beyefendi. Sizi fazla resmî buluyoruz ekselansları, kendini fazla beğenmiş, kendine fazla değer veren biri, içtenlikten uzak. Hepsinin başında bu sonuncusu geliyor, yani içtenlikten uzaklık."
Bunu ilk kez okudum, pek asi, pek güzel.
Ve bütün bunların temelinde "deneyimleme arzusunu" yitirmemiş olmak yer almalı sanırım. Yoksa yok :) Kalemine sağlık.
Yoksa yok :) sen de sağol
Yorum Gönder