22.03.2017

Kendini Ölçüt Sanmak*

‘’Kendini ölçüt sanmak’’ daha çok genç sanatçılarda görülen, son yıllarda da oldukça yaygınlaşan bir hastalık. Diyelim bir eleştirmen yeni bir akım üzerine olumsuz bir yazı yazmış. Hastalığın belirtisi şu: O akıma bağlı sanatçılar, yaptığı eleştiriler yerine, eleştirmeni ele alıp, ahmaklığından ayılığına kadar, dümdüz giderler. İnce alaylı adlar bulunur, yakıştırma öyküler anlatılır, sonra da sağda solda dolaşılarak bunların yayılmasına çalışılır.
    Ya da diyelim tek bir sanatçıyı eleştiren, yeren bile değil, yeterince övmeyen bir yazı yazdınız. Daha önce sizin için iyi şeyler düşünen, söyleyen bir kimse de olsa, hemen düşünceleri, sözleri değişiverir. İyisi kötüsü, yeteneklisi yeteneksizi, yirmi beş yıldır tanıdığım pek çok genç sanatçıda gördüm bu hastalığın belirtilerini. Nedeninin bencillik olduğu kanısındayım. Öylesine bir bencillik ki, sonunda kendisini ‘’ölçüt’’ gibi görüyor insan: Beni beğenenler sanattan anlayan eleştirmenlerdir, beğenmeyenler bir şeyden anlamaz.
    Bireyci sanatçıların gençliklerinde bu hastalığa yakalanmaları yadırganmayabilir. Çünkü bireyci sanatçıları ancak sağlam bir kişilik, gerçek bir kendine güven kurtarır bu duruma düşmekten. Yeni yetişen gençlerde ise böyle bir kendine güven olamayacağı için, bireycilikleri onları en küçük eleştiriler karşısında bile tedirginleştirir, kendilerini ölçüt gibi görmeye, eleştirileri küçümsemeye sürükler. Ama toplumsalcı sanatçılar neden bu duruma düşüyorlar?
Romain Rolland çok değer verdiği bir eylem adamını, ‘’Çağımızın en büyük insanıdır, en bencil olmayanı,’’ diye övermiş. ‘’En büyük’’ değerlendirmesi belki hepsini kapsıyor ama, ‘’en bencil olmayan’’ sözü, bence, daha önemli.
    Toplumsalcılık bencilliğin sona erdiği yerde gerçek anlamına kavuşur. Toplumsalcılığa üstü örtülü bir bencillikle gelenler, toplumsalcılığı kendilerine basamak yapmak isteyenler, sonunda bu ikisi arasındaki temel uyuşmazlığın ağırlığı arasında ezilirler. Kendilerini toplumsalcı gösteren, ya da toplumsalcı sanan bireyciler olarak, kısa süreli başarılar elde etseler de, eylemin yaratacağı deneylerden geçerken kayar gider, yok olurlar. (Ya da, az bir olasılıkla, bireyciliklerinden kurtulur, arınır, bencil duygularla girdikleri toplumsalcılık alanında bencilliklerini aşarlar.)
İçinde yaşadığımız toplumsal düzenin, pazar anlayışının, günümüz insanında kendini koruma güdüleri oluştururken, bireyciliği, bencilliği körüklediği yadsınamaz. İnsanları bu durumdan kurtaran ancak bilinçlenmeleri, içinde yaşadıkları toplumsal düzenin kötü etkilerini anlamalarıdır. Bu bilinçlenme ise bir çatışmanın başlangıcı oluyor. Toplumsal düzenin bireyciliğe, bencilliğe iten baskıları ile bilinçlenmenin bunu önleme çabası arasında bir çatışma. Demek ki günümüzde, bilinçlenmiş, toplumsalcılığı seçmiş insanların da bireycilikten, bencillikten tam anlamıyla kurtulmuş oldukları ileri sürülemez. Onlarda da, içinde yaşadıkları toplumsal koşullarla kendi bilinç düzeylerinin belirleyeceği oranlarda, az ya da çok, bir bencillik olması doğaldır.
    ‘’En bencil olmayan’’ sözünün önemi bu noktada iyice açıklık kazanıyor sanırım. Toplumsalcı sanatçılarda bilinçlilik düzeyinin çok yüksek olması gerekir. Bilgiler yetmez onlara, bilgilerin ötesine geçebilmeli, toplumsalcı kültüre, bu kültürün yaratacağı hoşgörüye ulaşmış olmalıdırlar. Onlar da bireyci sanatçıların baktıkları bir dünyaya bakacak, ama değişik kültürleri, değişik düşünüş yöntemleriyle toplumsalcı içeriği göreceklerdir. (Toplumsalcı sanatın sınırlı bir içeriği olduğu, her konuya el atamayacağı izlenimi, slogan dönemini aşamamış, toplumsalcı kültürden yoksun sanatçıların yarattığı yanlış bir izlenimdir.)
    Bilinçlilik düzeyleri böylesine yüksek kişilerin ise, bencillik oranlarını en aza indirmiş, bencillikten iyice uzaklaşmış olmaları doğaldır. Bizim son yıllarda ürün veren genç toplumsalcı sanatçılarımız ise, bu bakımdan, bireyci sanatçılardan başka türlü bir davranış içinde değiller. Eleştiriler karşısında çok daha saldırgan, ‘’kendilerini ölçüt sanmak’’ta çok daha aşırı oldukları bile söylenebilir. Yıllarca toplumsalcı sanatı savunmuş bir eleştirmen onların yazdıklarını beğenmediği, onlara ters düşen sözler ettiği anda, toplumsalcı sanatın düşmanı oluveriyor. Onları överseniz toplumsalcı sanattan yana, onları yererseniz toplumsalcı sanata karşısınız. Düşünceleriniz, görüşleriniz hiç önemli değil. Tek ölçüt kendileri…
    Oysa toplumsalcı sanat alanında sanatçıyla eleştirmen arasındaki ilişkilerin değeri büyüktür. Yankılara kulak vermek, eleştirilere açık olmak, toplumsalcı sanatçıyı bireyci sanatçıdan ayıran belli başlı özelliklerinden biridir. Bütün sanatçılar gibi, toplumsalcı sanatçılar da, her şeyden önce, sanat alanında yetenekleri varsa başarıya ereceklerine göre, beğenilmeyen yanlarının toplumsalcılıkları değil, sanatçılıkları olabileceğini unutmamalı, özellikle, toplumsalcı eleştirmenlere güvenmeli, onlarından görüşlerinden yararlanmaya çalışmalıdırlar. Yeteneksiz bir sanatçının, bağlandığı dünya görüşüne sanat alanında katkısı olamayacağı açıktır. Yeteneksizliğini gördüğü için sanatı bırakmış dürüst insanların sayısı ise sanıldığının çok üstündedir.
    ‘’Kendini ölçüt sanmak’’ bireyci sanatçıları yalnızca küçültür, gülünç eder; toplumsalcı sanatçıların ise, yaşadıkları düzenin bencilliğe iten baskıları ile bilinçlenmenin bunu önleme çabası arasındaki çatışmada yenik düştüklerini, bireyciliklerinden kurtulamadıklarını gösterir.


* Memet Fuat’ın Politika dergisindeki 25 Şubat 1976 tarihli bu yazısı YKY’den kaynak alınmıştır.

Hiç yorum yok: