Kendini Ölçüt Sanmak*
‘’Kendini ölçüt sanmak’’ daha çok
genç sanatçılarda görülen, son yıllarda da oldukça yaygınlaşan bir hastalık. Diyelim
bir eleştirmen yeni bir akım üzerine olumsuz bir yazı yazmış. Hastalığın
belirtisi şu: O akıma bağlı sanatçılar, yaptığı eleştiriler yerine, eleştirmeni
ele alıp, ahmaklığından ayılığına kadar, dümdüz giderler. İnce alaylı adlar
bulunur, yakıştırma öyküler anlatılır, sonra da sağda solda dolaşılarak
bunların yayılmasına çalışılır.
Ya da diyelim tek bir sanatçıyı
eleştiren, yeren bile değil, yeterince övmeyen bir yazı yazdınız. Daha önce
sizin için iyi şeyler düşünen, söyleyen bir kimse de olsa, hemen düşünceleri,
sözleri değişiverir. İyisi kötüsü, yeteneklisi yeteneksizi, yirmi beş yıldır
tanıdığım pek çok genç sanatçıda gördüm bu hastalığın belirtilerini. Nedeninin
bencillik olduğu kanısındayım. Öylesine bir bencillik ki, sonunda kendisini ‘’ölçüt’’
gibi görüyor insan: Beni beğenenler sanattan anlayan eleştirmenlerdir,
beğenmeyenler bir şeyden anlamaz.
Bireyci sanatçıların
gençliklerinde bu hastalığa yakalanmaları yadırganmayabilir. Çünkü bireyci
sanatçıları ancak sağlam bir kişilik, gerçek bir kendine güven kurtarır bu
duruma düşmekten. Yeni yetişen gençlerde ise böyle bir kendine güven
olamayacağı için, bireycilikleri onları en küçük eleştiriler karşısında bile
tedirginleştirir, kendilerini ölçüt gibi görmeye, eleştirileri küçümsemeye
sürükler. Ama toplumsalcı sanatçılar neden bu duruma düşüyorlar?
Romain Rolland çok değer verdiği
bir eylem adamını, ‘’Çağımızın en büyük insanıdır, en bencil olmayanı,’’ diye
övermiş. ‘’En büyük’’ değerlendirmesi belki hepsini kapsıyor ama, ‘’en bencil
olmayan’’ sözü, bence, daha önemli.
Toplumsalcılık bencilliğin sona
erdiği yerde gerçek anlamına kavuşur. Toplumsalcılığa üstü örtülü bir
bencillikle gelenler, toplumsalcılığı kendilerine basamak yapmak isteyenler,
sonunda bu ikisi arasındaki temel uyuşmazlığın ağırlığı arasında ezilirler.
Kendilerini toplumsalcı gösteren, ya da toplumsalcı sanan bireyciler olarak,
kısa süreli başarılar elde etseler de, eylemin yaratacağı deneylerden geçerken
kayar gider, yok olurlar. (Ya da, az bir olasılıkla, bireyciliklerinden
kurtulur, arınır, bencil duygularla girdikleri toplumsalcılık alanında
bencilliklerini aşarlar.)
İçinde yaşadığımız toplumsal
düzenin, pazar anlayışının, günümüz insanında kendini koruma güdüleri
oluştururken, bireyciliği, bencilliği körüklediği yadsınamaz. İnsanları bu
durumdan kurtaran ancak bilinçlenmeleri, içinde yaşadıkları toplumsal düzenin
kötü etkilerini anlamalarıdır. Bu bilinçlenme ise bir çatışmanın başlangıcı
oluyor. Toplumsal düzenin bireyciliğe, bencilliğe iten baskıları ile bilinçlenmenin
bunu önleme çabası arasında bir çatışma. Demek ki günümüzde, bilinçlenmiş,
toplumsalcılığı seçmiş insanların da bireycilikten, bencillikten tam anlamıyla
kurtulmuş oldukları ileri sürülemez. Onlarda da, içinde yaşadıkları toplumsal
koşullarla kendi bilinç düzeylerinin belirleyeceği oranlarda, az ya da çok, bir
bencillik olması doğaldır.
‘’En bencil olmayan’’ sözünün
önemi bu noktada iyice açıklık kazanıyor sanırım. Toplumsalcı sanatçılarda
bilinçlilik düzeyinin çok yüksek olması gerekir. Bilgiler yetmez onlara,
bilgilerin ötesine geçebilmeli, toplumsalcı kültüre, bu kültürün yaratacağı
hoşgörüye ulaşmış olmalıdırlar. Onlar da bireyci sanatçıların baktıkları bir
dünyaya bakacak, ama değişik kültürleri, değişik düşünüş yöntemleriyle
toplumsalcı içeriği göreceklerdir. (Toplumsalcı sanatın sınırlı bir içeriği
olduğu, her konuya el atamayacağı izlenimi, slogan dönemini aşamamış,
toplumsalcı kültürden yoksun sanatçıların yarattığı yanlış bir izlenimdir.)
Bilinçlilik düzeyleri böylesine
yüksek kişilerin ise, bencillik oranlarını en aza indirmiş, bencillikten iyice
uzaklaşmış olmaları doğaldır. Bizim son yıllarda ürün veren genç toplumsalcı
sanatçılarımız ise, bu bakımdan, bireyci sanatçılardan başka türlü bir davranış
içinde değiller. Eleştiriler karşısında çok daha saldırgan, ‘’kendilerini ölçüt
sanmak’’ta çok daha aşırı oldukları bile söylenebilir. Yıllarca toplumsalcı
sanatı savunmuş bir eleştirmen onların yazdıklarını beğenmediği, onlara ters
düşen sözler ettiği anda, toplumsalcı sanatın düşmanı oluveriyor. Onları
överseniz toplumsalcı sanattan yana, onları yererseniz toplumsalcı sanata
karşısınız. Düşünceleriniz, görüşleriniz hiç önemli değil. Tek ölçüt kendileri…
Oysa toplumsalcı sanat alanında
sanatçıyla eleştirmen arasındaki ilişkilerin değeri büyüktür. Yankılara kulak
vermek, eleştirilere açık olmak, toplumsalcı sanatçıyı bireyci sanatçıdan
ayıran belli başlı özelliklerinden biridir. Bütün sanatçılar gibi, toplumsalcı
sanatçılar da, her şeyden önce, sanat alanında yetenekleri varsa başarıya
ereceklerine göre, beğenilmeyen yanlarının toplumsalcılıkları değil,
sanatçılıkları olabileceğini unutmamalı, özellikle, toplumsalcı eleştirmenlere
güvenmeli, onlarından görüşlerinden yararlanmaya çalışmalıdırlar. Yeteneksiz bir
sanatçının, bağlandığı dünya görüşüne sanat alanında katkısı olamayacağı
açıktır. Yeteneksizliğini gördüğü için sanatı bırakmış dürüst insanların sayısı
ise sanıldığının çok üstündedir.
‘’Kendini ölçüt sanmak’’ bireyci
sanatçıları yalnızca küçültür, gülünç eder; toplumsalcı sanatçıların ise,
yaşadıkları düzenin bencilliğe iten baskıları ile bilinçlenmenin bunu önleme
çabası arasındaki çatışmada yenik düştüklerini, bireyciliklerinden
kurtulamadıklarını gösterir.
* Memet Fuat’ın Politika dergisindeki 25 Şubat 1976 tarihli
bu yazısı YKY’den kaynak alınmıştır.